13 Kasım 2012 Salı

Zincirlenmiş İnsanlar

Düşünün ki, diliniz bağlı, aklınızda düşünceler isyanlar var ancak konuşmak yasak size. Bu yasağı kim koydu önemli değil, önemli olan nasıl size fark ettirmeden koyduğudur. Kendinizi nasıl bir süreç sonunda, kapalı duvarlar ardında bulduğunuzdur önemli olan. Aynı tuzağa birkez daha düşmemek için o süreci anlamalıdır insan.
Zincirlendiğimiz o anlarda, aklımızda ne vardı acaba? Benim görüşüm, herhangi bir şeye; bir bireye, bir ideolojiye, bir nesneye duyulan şiddetli ilgi vardı muhtemelen aklımızda. Sorgulayamadığımız ve sürüklenerek tutunduğumuz, dağ gibi zannettiğimiz değerler vardı muhtemelen. Onlardan tek bir an bile şüphe etmemiştik herhalde ki, halimize, sürüklendiğimiz yöne bakma ihtiyacı duymamışız.
Bu yarı istemli tercihimizi yönlendiren unsurlar vardı çevremizde, onları fark edemedik demek ki, onları analiz etme çabasına düşmedik. Hayat bizi sürükledi o yöne doğru, herşeyi akışına bıraktık, belki de kaderde bu varmış dedik, akıntıyla ilerledik. O akıntıya ters yüzebilirdik belki, evet teknik olarak mümkündü, ancak uygulamada mümkün gözükmedi demek gözümüze ki, denemedik bile.
Zaten hayatla ilgili sorunlarımız vardı, gelecek kaygısı, maddi sıkıntılar, iş hayatı, eş-çocuklar-sevgili ilişkilerde yaşadığımız zorluklar... Hepsi bir olup sürükledi bizi.
Kimi suçlayabiliriz ki? Biz hiç fark etmedik, gözümüzü kıstık hatta, ne görecektik ki? Ömür boyu çalışmaya mahkum olduğuğmuzu mu, insanoğlunun yıkımını mı, hayatta tutunduğumuz değerlerin özünde anlamsız olduğunu mu? Görülmeye değer mi ki bu manzara ?
Zincirlendik işte. Zincirin uzunluğunu ve karmaşasını tam olarak kestirebilmenin mümkün olmadığı hayat dinamikleri içine kıstırıldık.
Hadi oldu diyelim, bu zincirlerin bir kısmını kırdınız, ben kendi yoluma giderim arkadaş, kimseyi de ilgilendirmez dediniz. Bu kararı almanıza sebep olan da yine o dinamiklerden bazılarıyla sizin yaşamak istediğiniz yolun çakışması olabilir, dolayısıyla bu kararı almanız için de sizi rahatsız eden duvarların varlığını anlamanız ve onları aşılabilir olarak görmeniz gerekiyor. Yaptınız mı? Tebrik ederim. Şimdi muhtemelen, sonraki aşamada, aslında bu zincirlerin ne kadar derinlerde olduğunu, kendinizi bu sosyal yaşamdan soyutlamanızın bir çözüm olmadığını, bu sefer de yalnızlık duygusuyla boğuşmanız gerektiğini anlayacaksınız. Kendinize bağlanacak yeni alanlar arayacaksınız, bu hisle yaşayamamaktan korkup.
Bu durum şuna benziyor: sizi mutlu etmediği halde sıkı sıkıya bağlandığınız sevgilinizden ayrılmanızın ardından, yine benzer bir ilişkiye saplanmanız: veya üye olduğunuz siyasi partiyle ilgili görüşlerinizin değişmesi sonucu, başka bir partiye geçiş yapıp kendinizi tam olarak oraya bağlamanız.
Örnekler çoğaltılabilir. Bu durum, özgür kalmanın değerini bilemeyen biz insanların, zincirlerinden kurtulamama sendromudur bence. O kadar kanıksamışızdır ki bağlılığı, kendimizle başbaşa kaldığımızda, sanki çıplak kalmış gibi savunmasız hissederiz, veya hayatın anlamsız olduğunu düşünürüz, tekrar bir bağ inşa etmeye çalışırız.
İşin doğrusu nedir ben bilemem, hatta doğru kişiden kişiye, durumdan duruma değiştiği için, siz de ancak kendi doğrunuzu bilebilirsiniz ki, onun da mutlak doğru olup olmadığını yine kimse bilemez.
Benim kendi hayatım için görüşüm ise, bu zinciri bana sormadan belime doladıklarını, daha da dolanacağını düşündüğüm için, elimden geldiğince bağımsız yaşamaktır. Bu durum ikili ilişkiler için de geçerlidir, hayatımızdaki kişiyi boğazlamadan bir ilişki yaşayabilirsek, düşüncelerinde ve düşüncelerini ifadesinde hür bireyler olarak hayatımızı sürdürürüz. Bağımsızlığın sevgisizlik olarak algılanmadığı bir koşul yaratabilirsek kendimize, anlayışlı olabilirsek sevdiğimiz insanlara, onlar da bize anlayış gösterebilirse, kurulan bu bağ bize batmaz. Zincirlerden kurtulmayı da, bir hayvanın kafesten kaçıp, kendini bilmeden sağa sola vuruşuna benzetmeyiz o zaman. Çünkü o zaman, zincirler çözülmeye açık olur gözümüzde ve biz ancak o zaman tutarız onları kopmaması için.
Evla

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa