15 Eylül 2013 Pazar

Eğitim Sisteminde Değişiklik

Aşağıda eğitim sistemiyle ilgili yapılabilecek değişiklikleri kendimce sıraladım, biraz atıp tutar bir havam var, sadece doğruluğuna inandığım şeyleri yazdım, siz de lütfen mutlak doğru olarak kabul etmeyin ne önerileri ne de mevcut sistemi.

Öğrenci Değerlendirmede Değişiklik:

1. Sınav kağıtları üzerinde KESİNLİKLE öğrencinin adı yazılmamalı, o an için öğrencilere geçici bir kod verilebilir belki; yeter ki kağıdı değerlendiren kişi, değerlendirme sırasında öğrencinin adını görmesin. Böylece sınav kağıdını değerlendiren kişi, tarafsız yaklaşabilir. Yoksa kim ne derse desin, kağıtlar okunurken, isimlere bakılır ve değerlendirme çarpıtılır. Bence buna acilen bir çözüm bulunmalı, çünkü bu yaklaşım hocaların nefsiyle oynuyor. 

2. Kanaat notu neye göre veriliyor? Kanaat notu somut delillere dayanmalı, hocaların keyiflerine değil. Veya hiç verilmesin bu not, daha iyi. Hocanın kanaati elbette çok kıymetli, ancak bu değerlendirme taraflı olduğu için notlara yansımamalı, yine de öğrencinin hocasının kanaatini bilmeye hakkı var tabi, karşılıklı konuşularak paylaşılabilir.

3. Öğrenci, neye göre değerlendirildiğini kesin olarak bilmeli, o zaman her sınav sonrasında, bütün hocalar öğrenciye cevap kağıdını iletmekle yükümlü olsunlar. Ayrıca öğrenci, teslim ettiği sınav kağıdına istediği her an ulaşabilir olmalı. Sınavdan çıktıktan sonra yarım saat içinde unutuyor insan ne yaptığını, çok normal değil mi?? Kağıdını kontrol etmek istiyorsun, bir ton prosedür, okuldan geri bildirim almak için kendini paralaman lazım, ÇOK SAÇMA DEĞİL Mİ? Kağıtları taratıp bir veri tabanına girsinler, veya öğrenciler sınavlarını tabletler üzerinde yapsınlar, kayıtlar sistemde kalsın. Adam sınav kağıdına bakıp, nerede hata yaptığını bile göremiyor, e nasıl iyileştirme yapsın o zaman?? Sınavın amacı sadece ölçmek değil aynı zamanda öğretmek olmalı.
Bu gizliliğin altında, hocaların hata yapma korkusu da yatıyor, hocalar yanlış not vermişlerdir diye rahatsız olup korkuyorlar ve genellikle öğrencilere sınav kağıtlarını göstermekten kaçınıyorlar. Otoritelerinin sarsılmasından korkuyorlar, ki bu mantık DEĞİŞMELİ. Elinde gücü bulunduran kişi, karşısındakini duygusal anlamda sömürmeye açık olur, hocalara bu güç verilmemeli, çünkü insanız.

4. Sınavda kopya çekmeyi engellemek amacıyla peşinen yapılan her şey,  öğrencileri potansiyel hırsız konumuna düşürüyor. Bunun yerine, bütün sınavlar kaynak açık yapılsın! İnsanlar okullardan mezun olduktan sonra, iş hayatında veya akademisyenlikte, önlerindeki kaynakları kullanacaklar, interneti kullanacaklar, sosyal ağlarını kullanacaklar. Neden sınav ortamında her şeyi kısıtlıyoruz ki?? Üstelik öğrencilerin tepesine gözcü dikiyoruz, çok çirkin değil mi??
Çözüm önerim ise, geliştirmelere açık olarak, şu şekilde: sınavlar internet üzerinden yapılsın, belirli bir zamanda o öğrencinin aradığı bilgiye ulaşması kriter olarak alınsın. İnternet, telefon, fikir birliğine varmak serbest olsun. Değerlendirirken bilginin doğruluğuna, kapsamına ve orjinalliğine bakılarak değerlendirilme yapılsın.
Bir hocanın verdiği ders yeterince kıymetliyse öğrenci zaten onun notunu kullanır, eğer değilse de kendi seçtiği kaynaklardan faydalanır, kime ne. Burada hocalık içgüdüsü baskın gelir tabi, bir hocanın kendisine "verdiğim eğitimden fayda bulanlar, bu bilgileri kullansın, diğerleri de internetten bilgi toplasın, istedikleri şekilde elde etsinler önemli değil, yeter ki anlasınlar" demesi yürek ister. Bizim mevcut tavırlarımız, öğrencileri kopya çekmeye, kopya çekme hikayelerini keyifle anlatmalarına sebep oluyor, hata yapıyoruz.

5. Yüksek lisansta bir dersin sınavında, hocamız kendi kendimize çözdüğümüz sorular bitince (1 saatin sonunda), ilk defa karşılaştığım bir yöntem denemişti. Kura çekti ve vaka çalışması yapmak üzeri bizleri 3'erli gruplar haline getirdi. Sınavımızı 3 kişi yaptık. Bireysel sınavlardan kaçınılabilir, beyin fırtınasına zemin hazırlarız böylece, isteyen bireysel isteyen grup halinde çözsün, bu karar öğrencinin yeteneğine isteğine bırakılsın. Böylece kendi isteklerine göre karar verebilen, kendini anlamaya çalışan öğrenciler yetişirdi bence. 

Ders Verme Şeklinde Değişiklik:

Dersin bir ana konusu var kabul ediyorum, ama aynı zamanda, akademisyen olduğumuz zaman fark ettiğimiz alt başlıkları var. Hocalar, bu alt başlıklardan hangilerini anlatacaklarına karar veriyorlar, ve bu seçimi neye göre yaptıkları da meçhul. Önerim şu: herkes aynı konudan sorumlu olmasın, herkes o derste en çok ilgisini çeken konu üzerinde yoğunlaşsın. Böylece merak etmeden bilgi yüklenen insanlara, biraz da olsa esneklik tanımış oluruz. İlk derslerde alt başlıkları tanıtırsınız öğrencilere, öğrenciler de kendi ilgi alanlarını bulur çalışırlar. Doktoradaki mantık da budur, bu hakkı bana liseden itibaren tanısalardı, bambaşka bir eğitim hayatım olurdu.
Burada, öğrencinin yeni şeyler öğrenemeyeceği, kendi ilgi alanlarının dışında bir konuda bilgi sahibi olamayacağından korkabiliriz, evet doğru. O zaman size şunu sorayım; bütün bir eğitim hayatınızın sonunda; ki benimki 22 seneyi buldu, neyi ne kadar hatırlıyorsunuz??! 22 sene!! Bugün benim dünyaca tanınan bir alim olmam gerekmez miydi??
Burada, hocaların iş yükü de artıyor tabi, bambaşka konulardan haberdar olmak zorunda kalırlar, ancak uzmanlaşmış olmaları gerekmez, öğrencilerden öğrenirler onlar da, güzel olmaz mıydı?

Hocayı Değerlendirme Şeklinde Değişiklik:

Her öğrenci hocasını değerlendirebilir olmalı, bunun için de öğrencilere sorulan açık uçlu sorular daha faydalı oluyor bence.Klasik anket soruları ise insanları yönlendiriyor, kişi için neyin önemli olduğunu sorgulamıyor bile, sadece o konuda fikir beyan etmek zorunda bırakıyor insanı. Dolayısıyla hocalar, kendileriyle ilgili değerlendirmeleri alırken, öğrencilerle birebir görüşme halinde olmalı, sıfır hiyerarşik düzen içinde.
Üniversitelerde değerlendirme sistemi de çift taraflı olmalı, mesela araştırma görevlileri de hocalarını değerlendirebilmeli, hocalar da araştırma görevlisini. Liselerde de hocalar öğrencilerini değerlendirebilmeli, öğrenciler de hocalarını.

Hoca-Öğrenci İlişkisinde Değişiklik

Hocalarla öğrenciler aynı yerde yemek yemeli, aynı yerde dinlenme hakkına sahip olmalı. Liselerde, öğrencileri iten "öğretmen odası" mantığı oldukça çirkin, araya mesafe koyarak saygınlık kazanmaya çalışmak beyhude. Saygınlık, hocaların bilgi birikimine duyulmalı, kıdemine, gücüne değil.

Hatta "Hoca" ifadesi, külliyen tarihten silinmeli. Hiç bir öğrenci hiç bir hocasına "hocam" dememeli, bu konuda hiç umudum yok ama yine de doğru olduğunu düşündüğüm için yazacağım. Hoca kelimesi statü göstergesidir, bence eğitim kurumlarında sıfır hiyerarşi olmalı, yani ast üst ilişkisi olmamalı. Saygı için "hanım", "bey", "efendim" gibi kelimelere ihtiyaç duyulmamalı, saygı ve sevgi birlikte olduğu zaman anlamlı oluyor; korku ve saygı birbirine hiç yakışmıyor ve bu iki kelime yan yana kararlı değil.
Bunun çok korkutucu olduğunun gerçekten farkındayım. Ben de korkuyorum bu söylediğimden, ama gerçekten olması gerektiğine inanıyorum. Belki henüz zamanı değil, ama bir gün zamanı gelecek diye umuyorum. Bir hoca, kutsal bilge bir varlık olduğu hatasına düşmemek için de bu önlemleri almalıdır, alamıyorsa da okul kültürü ona bu mantığı vermelidir.

.................................................................................................

Benim özgürce, korkmadan yorum yapabilme hakkımı gasp etmeyen, sayıları bir elin parmaklarını geçmeyen hocalarıma çok teşekkürler, onların hakkını ödeyemem. Onların bendeki yeri; rütbelerinden, hocalıklarından, yaşlarından değil, insanlıklarından bilgeliklerindendir.

.................................................................................................

Konuyla ilgili benzer bir yazı için: http://www.acikgazete.com/editorden/2013/09/14/akademik-usulsuzlukler-i.htm?aid=52665

..................................................................................................

Evla.

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa