Haklı Haksız
İstemediğin bir durum içindesin,
verilebilecek bazı keskin tepkiler var, seni bu istemediğin durumdan kurtarmaya
yarayacak tepkiler. Bir de sabretme seçeneği var ki bu seçenek bizim
kültürümüze işlenmiş durumda. Ne yapacağına nasıl karar vereceksin?
Yaşarken kim bilir kaç defa bu kararı
alıyoruz, hem de anlık olarak? Bazı insanlar sabretme eğiliminde bazı insanlar
da müdahale etme, tepki verme eğiliminde oluyor. Bu tepkilerimiz, içinde bulunduğumuz
durumun bizi ne kadar rahatsız ettiğine göre de değişiyor. Ne kadar rahatsız
olduğumuzu da biz belirliyoruz, oluşturduğumuz değerler, bize dayatılan
değerler vs ile kıyaslayarak belirliyoruz tepkimizi.
Peki doğru yapıp yapmadığımızı
nasıl bilebiliriz? Nasıl ikna edeceğiz kendimizi?
Eğer sabretmeyi seçersek işimiz
kolay, kendimizi Allah’a emanet etmiş oluyoruz, yani ilahi adalete. Kendimize “elbet
bir gün devran döner” deriz, sabretmemiz kolaylaşıyor böylece. Peki ya tepki
vermeyi seçersek? O zaman da kendimizi haklı olduğumuza ikna etmemiz gerekiyor
herhalde, “doğru bir tepki verdim” diyebilmeliyiz ki kendimizi haklı
çıkartalım.
Biz haklı sebeplere sahip
olmazsak, akıl sağlığımızı koruyamayız. Suçlanırken de, suçlarken de, dedikodu
yaparken de, olayları abartırken de, saldırırken de, savunurken de... Kendimizi
korumak için inanmamız gereken sebeplerin hepsini beynimiz bizim için
oluşturur. Hatta tiyatro-sinema’da insan bile bile aslında olmadığı inanmadığı
görüşlere tutunur, inanabildiği kadar inanır ki, işini iyi yapabilsin.
Sonunda, kendisini ikna etmek
üzerine fark etmeden uzmanlaşmış insanlar topluluğu olarak, birbirimizden
uzaklaşır veya birbirimize fazlaca tutunuruz.
Sanırım aldığımız kararın, haklı
veya haksız oluşumuzun çok da bir anlamı olmaz sonunda, tepki versek de sabır
taşı olup çatlasak da, karşımızdaki insan da bizimle birlikte aynı süreci yaşar
ve o da bir şekilde kendisini ikna eder. Hepimizin temel arzusudur doğru olmak,
haklı çıkmak; ama insanların doğruları çatışır, aslında kimin doğru olduğu
bulanıklaşır ve sonuçta herkes kendisini haklı olduğuna inandırır.
Her ne kadar “keşke haksız çıksam
ama maalesef sonuç ... olacak!” desek de, düşünce yapımıza terstir bu ifade.
Neticede bir düşünce sürecinin içine gireriz ve bir karar veririz. Bu kararı da
yapabildiğimiz en mantıklı önermenin doğru çıkacağını farz ederek açıklarız
insanlara. Blog yazmak da bu mantıktadır, haklı çıkma, onay alma, kabul edilme
arzusundandır.
Sosyal onay ihtiyacı dedikleri
şey, belki de beynimizin verdiği çıktının kalite kontrolüdür; beyin sarf ettiği
enerjiyi doğru kullanmış olmayı arzular, sosyal onay da son ürünün kalite
kontorlünü yapan dinamik gibidir. Onun sayesinde, yaptıklarınızın doğru olup
olmadığını öğrenebilirsiniz, ki bu doğru toplumun doğrusudur.
Ancak, toplumun doğrusu sizin
için doğru mudur diye sorarsanız, o zaman işin rengi değişir, sosyal onaydan
sıyrılmanız gerekir. Sosyal onay ihtiyacından kurtulmak için de, sizi onaylayan
toplumun aslında sizden daha iyi bir düşünce sistemi olmadığına inanmak yeterli
olur bence. “Onlar kim ki beni onaylasın” diyebilirsiniz, böylece kafanıza göre
takılır, kendi doğrularınızla yaşarsınız. Ne var ki, sonunda da yalnızlıktan acı
çekerek gidersiniz herhalde; çünkü insanlar kendilerinden onay alınmasına
bayılırlar ve başına buyruk insanlardan ister istemez uzaklaşırlar. Bu durumda arkadaşınız size şunu
söyleyebilir mesela “Sana yarım saattir konuşuyorum birşeyler anlatıyorum, sen
yine de bildiğini okuyorsun. O zaman gelip benden fikir alma!” veya “sen
dilediğin gibi yaşa, hiç bana sorma, oh be hayat sana güzel!”. Bu ifadeler yalnızlığın kapı çalma sesidir, "evde yokum" derseniz, evde olduğunuz anlaşılır.
Nereye vardığıma ben de şaşırdım,
ama mantıklı geldi.
Haklıyım değil mi? Evet evet ben haklıyım. :)
Evla.
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa