5 Ekim 2013 Cumartesi

Tırtıllar ve düşler

Derin bir nefes aldım ve avucumu açtım gökyüzüne, yağmur damlalarıyla doldurdum ellerimi önce. Sonra derin derin düşündüm ve o düşün içine girdim işte, tam ortasına, uykuyla uyanıklık arasında… Bir defterin kapağını açtım, çok önceden yazılmıştı, solmuş gözleriyle benim gözlerime bakıyordu. Okuyan değiştikçe o da değişiyordu.

Kırmızı bir perde havalandı defterin sayfasından, ucundan kan damlıyordu, ardından siyaha döndü ve sarıya. Solgun, hastalık sarısı değildi bu, güneşin sarısı gibi, gecenin sarısı gibi can veriyordu ve canından ediyordu kendisini ve beni, çünkü yakıyordu. Saçmalıyordum belki de, mavi bir dalgada boğuluyordum kim bilir. Boynum ağrıyana kadar o defterin başında kaldım, başka şeyler de vardı ama onlar o kadar soluktu ki, ben sadece kendi rengârenk hayalimi görüyordum orada. Bazen bulutlar alçalıyor, benim ellerimi görmemi engelliyordu, ben de bekliyordum çaresiz. Bazen de bir tırtıl tırmanıyordu sarı fitilli pantolonumun paçalarından, onu incitmemek için kımıldamadan bekliyordum. Sesler geliyordu gözümün önüne, bazılarını dinliyor, bazılarına aldırmıyordum. Böylece ben dökülürken bir dağın tepesinden, hayat da benimle birlikte dökülüyordu.

Paçamdan tırtılların çekildiği bir an, ellerimi çektim sulardan, ellerim aşınmıştı, renkler yorulmuştu, düşler ise kırık kanatlarıyla tepemde dönüp duruyordu. Artık defter tükenmeye yüz tutuyordu ve ben düşler tarafından kaybedilmiştim. O, beni kaybeden cebimde sakladığım hayalleri çıkarttım ve sakin bir göle ulaşmalarını dileyerek rüzgara bıraktım, bir girdapta gibi döne döne gidiyorlardı. Küçük bir kızın ellerinden, bir kangurunun kesesine atladılar, fasülye ağacından bulutlara tırmanıp, yeraltı suyundan bir değirmeni çevirdiler, dönen değirmenin millerinde fitilli pantolonu dokudular ve yine o cebe saklandılar.

Kurtulamadığım düşümde bir düşteydim ve düş canlılarının dilindeydim sanırım ki, onlar da kendi ceplerine bakıyorlardı. Fitilli pantolonun güneş sarısı renginde kaybolup, durulmayı diliyorlardı onlar da. Onların da solgun renkleri canlanmaya can atıyordu diye düşünüyordum. Bir kaosun içinde, kanatları kırılmış düş canlılarıyla birlikteydim ve düşmek an meselesiydi. Ben bir deliydim, renkler beni boyamıştı ve gizlenmek olanaksızlaşmıştı. Onlar da benim gibi süzüldüler yıldızlarla birlikte aşağıya ve düşmek hepimizin korkusundaydı.

Korkulardan ötede bir kuytu köşeye çekildim, defterin sayfaları tükenmişti. Gözle görülemeyecek sesler, duyulamayacak görüntüler ve bitemeyecek sonlarla barışıp, sessiz sözleşmeleri yırtmaya yeltendim tekrar ve tekrar. Tırtıl mevsimi geçmeden tekrar suskun olmanın vakti gelmişti ya, gözlerim fitilli pantolonuma takıldı, tırtıllar paçamı bırakmıyorlardı. Onları paçalarımdan ayırdım, masa örtüsünün altına gizleyip, dünyanın yemek masasına oturdum. Yorgun gözlerimle, masadaki yorgun gözlere selam verdim ve sarı fitilli pantolonlarımızın ceplerinin düşlerle dolmasını diledim.

Evla.

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa