Tırtıllar ve düşler
Derin bir nefes aldım ve avucumu açtım gökyüzüne, yağmur damlalarıyla
doldurdum ellerimi önce. Sonra derin derin düşündüm ve o düşün içine girdim işte,
tam ortasına, uykuyla uyanıklık arasında… Bir defterin kapağını açtım, çok
önceden yazılmıştı, solmuş gözleriyle benim gözlerime bakıyordu. Okuyan
değiştikçe o da değişiyordu.
Kırmızı bir perde havalandı defterin sayfasından, ucundan kan damlıyordu,
ardından siyaha döndü ve sarıya. Solgun, hastalık sarısı değildi bu, güneşin
sarısı gibi, gecenin sarısı gibi can veriyordu ve canından ediyordu kendisini
ve beni, çünkü yakıyordu. Saçmalıyordum belki de, mavi bir dalgada boğuluyordum
kim bilir. Boynum ağrıyana kadar o defterin başında kaldım, başka şeyler de vardı
ama onlar o kadar soluktu ki, ben sadece kendi rengârenk hayalimi görüyordum
orada. Bazen bulutlar alçalıyor, benim ellerimi görmemi engelliyordu, ben de bekliyordum
çaresiz. Bazen de bir tırtıl tırmanıyordu sarı fitilli pantolonumun paçalarından, onu incitmemek için
kımıldamadan bekliyordum. Sesler geliyordu gözümün önüne, bazılarını dinliyor,
bazılarına aldırmıyordum. Böylece ben dökülürken bir dağın tepesinden, hayat da
benimle birlikte dökülüyordu.
Paçamdan tırtılların çekildiği bir an, ellerimi çektim sulardan, ellerim
aşınmıştı, renkler yorulmuştu, düşler ise kırık kanatlarıyla tepemde dönüp
duruyordu. Artık defter tükenmeye yüz tutuyordu ve ben düşler tarafından
kaybedilmiştim. O, beni kaybeden cebimde sakladığım hayalleri çıkarttım ve sakin bir göle
ulaşmalarını dileyerek rüzgara bıraktım, bir girdapta gibi döne döne gidiyorlardı.
Küçük bir kızın ellerinden, bir kangurunun kesesine atladılar, fasülye
ağacından bulutlara tırmanıp, yeraltı suyundan bir değirmeni çevirdiler, dönen
değirmenin millerinde fitilli pantolonu dokudular ve yine o cebe saklandılar.
Kurtulamadığım düşümde bir düşteydim ve düş canlılarının dilindeydim
sanırım ki, onlar da kendi ceplerine bakıyorlardı. Fitilli pantolonun güneş
sarısı renginde kaybolup, durulmayı diliyorlardı onlar da. Onların da solgun
renkleri canlanmaya can atıyordu diye düşünüyordum. Bir kaosun içinde, kanatları
kırılmış düş canlılarıyla birlikteydim ve düşmek an meselesiydi. Ben bir
deliydim, renkler beni boyamıştı ve gizlenmek olanaksızlaşmıştı. Onlar da benim
gibi süzüldüler yıldızlarla birlikte aşağıya ve düşmek hepimizin korkusundaydı.
Korkulardan ötede bir kuytu köşeye çekildim, defterin sayfaları tükenmişti.
Gözle görülemeyecek sesler, duyulamayacak görüntüler ve bitemeyecek sonlarla barışıp,
sessiz sözleşmeleri yırtmaya yeltendim tekrar ve tekrar. Tırtıl mevsimi
geçmeden tekrar suskun olmanın vakti gelmişti ya, gözlerim fitilli pantolonuma
takıldı, tırtıllar paçamı bırakmıyorlardı. Onları paçalarımdan ayırdım, masa
örtüsünün altına gizleyip, dünyanın yemek masasına oturdum. Yorgun gözlerimle, masadaki yorgun
gözlere selam verdim ve sarı fitilli pantolonlarımızın ceplerinin düşlerle
dolmasını diledim.
Evla.
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa