6 Mayıs 2014 Salı

H.Marcuse (1898-1979)

Marcuse'un görüşlerini anlatmadan önce, endüstri devriminden kısaca bahsedeyim izin verirseniz. Günümüzdeki gibi hızla üretim yapan fabrikalar kurulmadan önce, hatta dönüm noktası olarak kabul edilen buhar makinesi bulunmadan önce, bir şey üretmek çok daha zordu. O dönemlerde, insanlar ihtiyaçları olan herşeyi pazarda bulamazları veya kendileri üretemezlerdi, dolayısıyla dayanışma çok daha önemliydi. Yaşadıkları yerde ayakkabı imal eden belki de tek bir atölye vardı, oraya gider, atölye sahibiyle sohbet eder, ihtiyacını anlatır ve bir ayakkabı satın alıp çıkardı  mesela. Sonradan buhar gücünün makinelerde kullanıldığında işleri hızlandırdığı anlaşıldı, ve böylece daha hızlı üretmeye dayalı bir süreç başladı. Daha çok üretip daha çok satan fabrikalar, yüklü miktarda para kazanmaya başladı. Bu döneme endisüri devrimi deniliyor, çünkü tarımsal faaliyetlerden para kazanan insanlar, artık sanayide çalışarak daha iyi para kazanabilir hale geldiler, işçi olarak çalışmak daha cazip hale geldi. Ancak o dönemin bazı olumsuz sonuçları oldu, işçilerin oldukça az paralarla, çok uzun zaman çalıştırıldığı ortaya çıktı. Ve bu insanlar fakir oldukları için, seslerini duyuramadıkları için haklarını arayamaz hale geldiler. bunun üzerine, toplumun düşünen kesmi (aydın kesim), bu düzene bir çözüm getirilmesi gerektiğine inandılar. bunların içinde en etkili olanı Karl Marx oldu, bugün bile marksizm, komünizm kelimelerinin arkasında duran isim. Ancak Marx 'ın önerisine de farklı düşünürler tarafından eleştiriler geldi zamanla. Amaç, insanların özgür olabildiği, sömürülmediği bir düzen nasıl yaratılabilir, bunu bulmaktı.

Ancak zamanla kapitalizm kendini gösterdi; üretim araçlarının bireylerin elinde olduğu, bireylerin özel mülkiyet sahibi olabildiği bir sistem bu. 

Şöyle düşünelim, devletler neden kurulur? toplumların birarada yaşayabileceği, güvenli bir ortam gerekir, bu güvenli ortamı sağlayacak, ülkenin kaynaklarını (toprak, su , bitki örtüsü vs) adaletli bir şekilde dağıtacak bir kuruma ihtiyaç duyulur. Devletin amacı eldekini eşit bir şekilde paylaştırmak, adaleti sağlamaktır basitçe. Kapitalizmde bu kaynaklara bireyler sahip olabilir, bu kaynakları işletip para kazanırlar. İşte tam da bununla iligli pek çok tartışma ortaya çıkmıştır, bu yapıyı destekleyenler ve bu yapıya itiraz edenler bulunmaktadır. Ancak biz Marcuse'un eleştirilerine değineceğiz sadece, o da bu yapıya itiraz edenler arasındadır.

Cinsellik ile ilgili görüşleri:
Marcuse, bireyin cinsel baskılarla birlikte yaşamaması gerektiğini savunur. Şöyle ki, eğer insanlar cinsel olarak tahrik edildikleri bir toplumda yaşarlarsa, bütün enerjilerini cinselliğe verecekleri için, yönetimle ilgili konuları sorgulayacak, politika yapacak hali kalmaz diyor.

Bizim toplumsal yapımızdaki cinsel baskının şiddetli olduğunu düşünüyorum. Evlenmeden cinsel birliktelik yaşamak tabu halinde, bu da şu anlama geliyor, eşinizle (sevdiğiniz insanla veya) cinsel birliktelik yaşayabilmek için, resmi bir izne ihtiyaç duyuyoruz. Hatta bazı günlerde / bazı durumlarda, eşimiz ile ilişkiye girip giremeyeceğimizi bile dini otoritelere (dini hocalara) danışabiliyoruz. Erkekten çok, bir kadının toplum içinde nasıl davranması gerektiği ile ilgili o kadar çok kuralımız var ki, o kuralın dışına çıkan kadınları töre cinayeti olarak öldürebiliyoruz. Kadının namuslu olması gerektiğini düşünürken, erkeğe ilginç bir özgürlük tanıyoruz ancak bu özgürlük, tecavüzü, aile içi cinsel ilişkiyi (ensest ilişki) önleyemiyor. Sevgi ve cinselliği birbirinde ayrı düşünüyoruz, sevdiği kadınla birlikte olamayan, onu bu şekilde aşağılamak istemeyen erkekler yarattı toplumsal bakış açımız. 
Öte yandan, daha farklı bir anlayış ise, cinselliği pazarlayan yeni bir akımla birlikte geliyor, müzik / sanat yapan kişilerin; bedenleri/cinsellikleri üzerinden, satış odaklı yaklaşımları da toplumumuzu başka türlü bir cinsel baskıya sürüklüyor. Evet, bence bu da bir baskıdır, bu da cinselliği farklı bir şekilde bize dayatan bir baskıdır bence.
Dolayısıyla, Marcuse'un (Markuz olarak okunuyor) bu görüşünü, bizim toplumumuzla yakından ilgili, artışmaya değer buluyorum. Kalan yorumlar size özeldir, bireyse anlamda cinsel bir baskı altında olup olmadığınızı, sevdiğiniz insanla cinsel birliktelik yaşayıp yaşayamadığınızda, yaşadığınızda ne gibi toplumsal baskılar hissettiğinizde gizlidir kalanı.


Tüketim ile ilgili görüşleri:

Marcuse, kapitalist sistemde ve endistürileşme sonrasında, işçilerin ağır koşullarda çalıştığını ve bu sistemin sonucunda da, işçilerin kendilerini, ürettikleri şeyin bir uzantısı olarak gördüğünü söylüyor. Bunmdan önce Marks, işçinin kendisine ve doğaya yabancılaşmasından bahsetmişti (bakınız bir önceki blog yazısı), Marcuse ise bu görüşü bir adım ileriye taşımış oluyor.
Satılan malların işçilerler özdeşleşmesi durumundan bahsedilir, hatta daha ötesinde, bireylerin ticari mallara fetiş (mantıklı sebepler taşımadan, taparcasına sevilen şey veya kişi) gözüyle bakmamız üzerinde durur. Sanırım bu duruma örnek olarak ayakkabı, çanta, kıyafet fetişzminden bahsedebiliriz. Burada, fetişist duygular beslenen tüketim malının, bizde bu duyguları uyandıracak mantıklı açıklamasını bulmak mümkün değildir. Tıpkı bir puta tapar gibi, ona şeye nesne oluşunun ötesinde ilgi gösterme durumundan bahsediliyor.

Ben bu yaklaşıma katılmıyorum, evet fetişizm olabilir ancak bunun kapitalist sistemden önce de var olduğu kesin, puta tapanlar, aslında maddi olarak hiç bir değer taşımayan taş-heykellere tapıyorlarmış. Şimdi taptığımız fetişler ise en azından belli işlevlere sahipler. Örneğin ayakkabının bir işlevi var. Ancak Marcuse 'a geri dönelim şimdi.

İşin öyle bi boyuta geldiğini söylüyor ki, tüketim alışkanlıklarını ötesinde, boş zamanlarda yaptığımız şeylerin bile, sermaye denetimi altında olduğunu iddia ediyor. Tatil günlerinde alışveriş merkezlerinin tıklım tıkış olması, bu duruma örnek olarak verilebilir sanırım.

Böyle bir toplum yapısında, bireylerin eleştirel gücünü yitirdiği, bireylerinin onurunun zedelendiği, daha varlıklı toplumlarda yaşayan bireylerin tamamen sermaye tarafından yönlendirildiğini (manipüle edildiğini) söylemektedir.

Sistemin aşılması ile ilgili görüşleri:

Marx sistemin işçi ayaklanmasıyla aşılacağını ön görmüştü, ancak bu hareketin sonucunda da yine faşist (otoriter, yaptırım gücü yüksek, yani bireyleri belirli kurallara uymaya zorlayan devletlerin olduğu bir düzen) bir düzenin kurulduğunu gören Marcuse ve diğer düşünürler, başka bir yöntem aramak gerektiğine karar verdiler.

Marcuse, bu dönüşümün işçi sınıfıyla değil, üniversite öğrencileri veya azınlıklar tarafından başlatılabileceğini öne sürer. Çünkü ona göre, özgürlüğünden en çok yoksun olan işçiler, karşıdevrim durumundadır, devrim yapamaz halde, sisteme dahil olmuşlardır. Sistemi dışarıdan bir gözle görebilecek bireyler ancak sistemi eleştirebilir ona göre.


Marcuse'dan anlayabildiğim bu kadardır, bunun dışında ütopya, sürrealizm gibi konularda da çok farklı görüşleri bulunuyor, ancak onları belki bir başka yazıda aktarabileceğim.
Eğer yazdıklarım içinde hatalı yerler varsa, beni bilgilendirirseniz çok sevinirim.
Bu yazıyı kendi siyasi görüşümü belirtmek için yazmadığımı da dile getirmeme izin verin, benim aklımdaki sistemle ilgili bir yazıyı yakın zamanda yazmıştım zaten. burada sadece, bu işe emek harcamış, mevcut düzeni anlama gayretinde ve insanların özgür olması gerektiğine inanan bir düşünürü anlatmak istedim. Ulaştığı sonuçlar mutlak doğru değildir, ancak bizlere farklı görüşler sunması açısından değerlidir diye düşündüm.
Sevgilerle...


Evla.

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa