Onu Bulmak - 2
Hikayenin birinci bölümü için: http://didevla.blogspot.com.tr/2017/01/onu-bulmak-1.html
Sabah uyandığımızda, annem Nesibe Abla'yı çağırmıştı ve evde her şey havadaydı. Çocukluğumun en korkunç anlarındandı o anlar çünkü elektrik süpürgesinden ölesiye korkardım. Öyle ki işi bittiğinde annem üzerini sıkıca örtüp, onu depo olarak kullandığımız kapkaranlık odaya kilitliyordu. Ama işte Nesibe Abla o gürültülü canavarı o kadar çok seviyordu ki, bize geldiğinde asla elinden düşürmezdi. Demek ki bizim hemen sahile inmemiz gerekiyordu ve annem de buna seve seve izin verecekti. Ezele de sahile inmek istiyordu hem!
Öyle yaptık. Benim her zamankinden daha yüksek sesli sızlanmalarım ve süpürgeye yandan kısık gözlerle bakışlarım, annemi daha kolay ikna etmemi sağlamıştı. Annemin Nesibe Abla'ya hazırlattığı portakal sulu omletli kahvaltımızı yaptıktan sonra, mayolarımızı da elbisemizin altına giyip koşarak sahile indik. Tabi ki sahili balkondan izlemek çok daha iyiydi, çünkü pek çok şeyi aynı anda görebiliyordun, ama bugün onun için uygun değildi.
Sahilde her zamanki kalabalık vardı, kimi çay bahçelerinde, kimi denizde, kimi kumların üzerinde, kimi bisikletle... Biz ise dedektif gibiydik, sanırım dışarıdan görenler de halimizin farkındaydı. Gözlerimiz her yeri tarıyordu, o teyzeye ve oğluna benzer birileri görsek hemen birbirimizi dürtüyorduk, ama maalesef hiç birisi onlar değildi. Bütün bir sahili bu şekilde yürüdük, tellerin olduğu ve girme iznimizin olmadığı yere kadar devam ettik, ancak çok büyük bir hayal kırıklığıyla yolu tamamladık.
Sonra bir de denizde yüzüyor olabilecekleri aklımıza geldi, çocuğuz ya, delilik!Terliklerimizi havlu ile sardık, havlumuzu da kucakladık, belimize kadar denize girdik. Tellerin olduğu yerden başladık, yürüyerek suyu geçtik, geçerken de denizdeki insanları ve denizin içini inceledik, belki de balinayı görürdük? Tabi arama çalışmalarımız karadaki gibi kolay olmuyordu bu, suda hareket etmek çok yorucuydu. Neyse ki teyzenin suya tshirtüyle girdiğini biliyorduk, ona bakmak çok kolaydı. Balina desen o kocaman kuyruğu görmemek imkansızdı. Ama ya o çocuk ? İşte o çok zordu. Ben de teyzeye bakma görevini Ezele'ye vermiştim, çocuğu kendim arıyordum. Ezele kaçırabilirdi ama ben kaçırmazdım. Birkaç defa o çocuğa benzer çocuklar da gördüm, yüzlerini yakından görebilmek için oralarda oyalanmamız gerekti, ama hiç birisi aradığımız teyze ve çocuk değildi.
Artık saatler geçmişti ve başladığımız yere yaklaştığımızda, ikimizin de bacakları inanılmaz ağırlaşmıştı. Tek bir adım bile atacak halimiz kalmamıştı. Havlular da kollarımızı yormuştu. Ben baş dedektif, yardımcımın paydos yapmasına izin verdim ve derhal sahile çıkıp kendimizi boş bir şemsiyenin altına, kumlara attık. Kum taneleri üstümüze başımıza ve nemli saçlarımıza yapışmıştı ve annem bundan nefret ederdi. Ama o kadar yorulmuştuk ki, umurumuzda değildi, hem yardımcımı daha fazla çalıştıramazdım. Orada öylece uzandık, bir süre de uyumuşuz. O gün şemsiye gölgesinde uyumanın verdiği tadı hala hatırlarım ancak hiç bir zaman o tadı tekrar hissedemedim, o an öyle büyülü bir andı işte.
Bu sefer Ezele benden önce uyanmıştı, çünkü hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı ve Foça'da akşamları sert rüzgarlar çıkardı. Beni de uyandırınca, ben de üşüdüğümü fark ettim. Ancak araştırma ruhum da baskın geliyordu, daha denizin öteki tarafını aramamıştık, orası bu kadar uzun değildi üstelik, araba yolu başlayana kadar denize giriliyordu. Hemen doğruldum, ellerimi gözlerimin üzerine siper ettim, şöyle bir düşündüm, Ezele'nin yalvaran gözlerinin içime baktım. E bu saatlerde insanlar denize pek de girmiyorlardı, Ezele'ye devam etmeden önce bir şeyler yiyebileceğimizi söyledim. İnanılmaz sevinmişti, neredeyse boynuma sarılacaktı.
Hala tam olarak dinlenmemiş bacaklarımızla evin merdivenlerini çıktık. Nesibe Abla o canavarı kapkaranlık odaya bırakmış, mutfağa geçmişti.
"Nerede kaldınız küçük hanımlar?" diye bağırdı, yemek kokuları mis gibi geliyordu. "Size köfte hazırladım, yanında da salata! Aaaa.. ama hanımefendilerin üstü başı kum dolu, öyleyse suyun altına giriniz lütfen, sonra sofraya gelebilirsiniz, hadi bakalım".
Menüyü annemin hazırladığını biliyordum, yoksa 'patates kızartması nerede?' diye ağlayacaktım. Ama o halimizle o garip sebze yemeklerini bile sorgusuz sualsiz yerdik herhalde. Suyun altına ikimiz birden girdik, girmemiz ve çıkmamız bir oldu. Yemek yerken ise ikimizin yüzünde de hınzırca bir gülümseme vardı, çünkü belimizden yukarısı domates gibi kızarmıştı ve burnumuz öylesine yanmıştı ki, dokunamıyorduk bile. Nesibe Abla bir yandan bize nasihat veriyordu, güneş kreminin de işe yaramadığından şikayet ediyordu bir yandan da hanımefendi dediği anneme ne diyeceğini kara kara düşünüyordu. Onun o telaşını görseniz, siz de kıkırdardınız, bütün o yanık acılarına rağmen. Hem dedektifliğin de bir bedeli vardı, biz de onu ödemiştik, e biraz da gurur duymuştuk mesleğimizle.
Çocuklar neden bu kadar çok uyur bilmiyorum, o zaman da bilmiyordum ve kendi kendime de kızıyordum. Yemekten sonra daha Nesibe abla bize krem sürerken sızıp kalmıştık, herhalde Nesibe Abla yataklarımıza taşımıştı o gece bizi.
Ertesi gün ise tam bir felaketti, annemin öfkesiyle kalkmıştık.Aslında hala gülmek istiyordum, çünkü kimse bizim gördüklerimizi bilmiyordu ve gerçekten de çok komik görünüyorduk. Ama annem Ezele'nin annesini arayıp onu götürmesi gerektiğini söylediğinde, yüzümdeki gülücük dondu kaldı. Sonrasında Ezele'nin annesi gelene kadar ağladım. Ne kadar yalvardığımı ben de bilmiyorum, günlerce dışarı çıkmayacağımı söylemiştim, onu hiç ama hiç üzmeyeceğimi söylemiştim anneme. Başka arkadaşım yoktu ve ben Ezele'yi çok ama çok seviyordum. Ama ben ne kadar çok ağladıysam, durum o kadar kötü oldu, annem disiplinin en önemli şey olduğunu söylerdi hep, benim de disiplinsiz olduğumu. Ve annemin kudretli duruşu karşısında hiç sansım yoktu.
Ezele'nin annesi kapıyı çaldığında, bir çözüm yolumuzun olmadığını anlamıştık. Çünkü annesi de Ezele'nin kıpkırmızı halini görünce çok sinirlenmişti. Nedense kimse bizim gibi gülmek istemiyordu bu duruma, oysa biz mutluyduk domatese bulanmış halimizle. Annelerimiz ne konuştu hatırlamıyorum, ben Ezele'ye sarılmışım, o da bana sarılmış, yanıklarımız da acıtmıyordu. O güzelim iki gün ağlayarak son buldu, Ezele hıçkırıklarla annesiyle birlikte hızlıca gidiverdi. Onlar gittikten sonra odama gidip, sızana kadar yine ağladım, bu sefer annem daha fazla kızmasın diye sessizce...
Üstüne yıllar geçip ben liseye başladığımda Ezele ile tekrar görüşecektik, ve ikimiz de o günü gözlerimiz dolu dolu anacaktık. Üstelik ikimiz de ailelerimize balinadan bahsetmemiştik, işte çocukça yaşadığımız dostluk da böyle bir şeydi, ikimiz de sessizce korumaya karar verdiğimiz sırrımıza sadık kalmıştık ve ailelerimizin katılığıyla kirletmemiştik gizemli balinayı.
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa