18 Temmuz 2017 Salı

Onu Bulmak -3

Hikayenin birinci bölümü için: http://didevla.blogspot.com.tr/2017/01/onu-bulmak-1.html
Hikayenin ikinci bölümü için: http://didevla.blogspot.com.tr/2017/05/onu-bulmak-2.html

O günden sonra, bir hafta annem evden çıkmama izin vermemişti, ama balkona çıkmama da karışamıyordu. Ben de yapmak zorunda olduğum yaz ödevlerimi ve en sevdiğim oyuncaklarım olan Hasip ve Nasip'i yanıma almış, kırmızı renkli ve geyik desenli o çok sevdiğim minderimin üzerinde bir hafta geçirmiştim. E sürekli ayakta kalamazdım, dedektifin de enerjisini iyi bir şekilde kullanması gerekiyordu. Yardımcımdan ayrılmış olmak beni çok üzdüyse de, balina gözlemlerimin son bulması söz konusu olamazdı.
O hafta, yemeğimi alıp balkona çıkıyordum, kimi zaman da dışarıdan yemek geliyordu, annem yorgun olduğunda İsabella'nın Mutfağı'ndan bana garip garip yemekler sipariş ederdi. İnsanlar denizden eve dönerken, bizim kapı zili çalardı, balkondan aşağıya bakınca, o suratsız çocuğu görürdüm aşağıda. Bir gün yemekleri aldıktan sonra 'Sağol İsabella' dedim diye beni düşman belledi, o günden sonra da bir süre yüzüme bakmadı, huysuz!
"Ne olmuş yani, o zaman İsabella kim?" diye sordum akşam anneme.
"Sana söyledim, İsabella illa ki birisi olmak zorunda değil, ayrıca İsabella'nın bir erkek adı olmadığını algılayabilecek zekada olmanı bekliyorum!" demişti.
Yine böyle kapının çaldığı ve o huysuzun yüzüme bile bakmadan yemek getirdiği bir günde, karar verdim, balinamın adı İsabella olacaktı. İlla ki birisi olmak zorunda değildi ve balinam da şimdilik kayıp sayılırdı, yani yeterince gizemliydi. Evet, İsabella tam ona göre bir isimdi.

Bir hafta süren balkon hapsimden sonra, annem artık dışarı çıkmama izin veriyordu. Kurtuluşumun ilk gününde hemen sokağa çıktım. Birinci katta oturan Semiray Teyze'ye dil çıkartarak yanından hızlıca geçtim. Onu sevmiyordum, hem de hiç! Çünkü Annem, ben ev cezasındayken sokağa çıkarsam Semiray'ın beni ispiyonlayacağını söylemişti. Semiray teyze sokak oyunlarını bilseydi ona "çürük yumurta" diye bağırırdık, ama sanırım bizi duyamazdı, çünkü daha kendi kapısının zilini bile duyamıyor. Buraya taşındığımızdan beri kaç defa komşuları ona ulaşamadıkları için, balkonundan evine girmek zorunda kaldı. Nesibe Abla'ya göre insanlar onun canından endişe ediyorlarmış. Benim için anlaşılmaz ve anlamsız bir durumdu, sadece omuz silkmiştim.

Artık sokağa çıkma izni olan, yanıkları iyileşmiş (burnumdan ve sırtımdan soyulan kabukları saymıyorum, çünkü onlar acı vermiyordu) ve yapayalnız bir çocuktum. Ayrıca bir hafta boyunca o gizemli çocuğu ve annesini de görmemiştim. Ama ne var ki o ilk günde, şans yüzüme güldü.

İyi bir tatili hak ettiğim için, kendime kocaman bir kakaolu dondurma alıp sahilde, elbette gölgede uzanmış, ardından da serin sulara atlamıştım. Ben artık dikkatim dağılmış denizden çıkarken, yanımdan hızla bir çocuk geçti. O kadar hızlı geçti ki, az kalsın yere kapaklanacaktım. Hemen ona taraf döndüm ve gözlerimi devirdim. Ama sinirlenecek halim yoktu, işte oradaydı, o çocuk! Ezele'nin de yanımda olmasını çok istedim bir an, ama sonra hemen dikkatimi topladım, dedektifin gözü hep açık olmalı değil mi? Çocuk denize doğru koşuyordu, hızlıca suya girmişti. Hemen etrafa bakındım, annesi buralarda mı diye, evet o da yine şalvarıyla sahildeydi, hemen seçiliyordu, buralarda onun gibi giyinen kadın pek yoktu nasılsa. Mısır arabasının önünde bir şeyler alıyordu ve sırtı denize dönüktü. Hemen çocuğa döndüm, çoktan denize girmişti, hemen koşa koşa kendimi suya attım, peşi sıra kollarımı çırptım. Deniz hemen derinleşmiyordu, o yüzden çocuğu hala görebiliyordum ama gittikçe suyun içinde kayboluyordu sanki. Ben de acele ile biraz su yutmuştum, öksürmeye başladım, kendime gelmeye çalışırken, bir anda çocuk gözden kayboldu. Durup iyice en son gördüğüm noktaya doğru baktım, bir de sahile doğru döndüm, annesinin nerede olduğunu görmek istiyordum. O da denize girmeye hazırlanıyordu, elindeki eşyaları bir şemsiyenin altına bırakıyordu. Hay aksi! Annesi gelirse beni fark edebilirdi. Çocuk ise hala ortalarda yoktu, kaybolduğu tarafa doğru biraz daha yüzdüm, yüzdüm, yüzdüm. Artık yorulmuştum ve kalbim küt küt atmaya başlamıştı nefes nefese kalmıştım ve daha fazla su yutmamak için çırpınıp duruyordum. Aslında yüzmeyi biliyordum ama bu kadar derinlere gitmemiştim hiç. Nefes almaya çalışırken, bir anda ayağımın ucundan kaygan bir şeyin geçtiğini hissettim. İstemeden ince bir çığlık attım, gözüm hemen sahile dönmüştü, insanlar o kadar küçülmüştü ki, neredeyse seçemiyordum. Artık kalbim çok daha hızlı çarpmaya başlamıştı, kendimi çok kötü hissediyordum ve tekrar su yutmaya başlamıştım. Sahile dönmem gerekiyordu, o tarafa doğru yüzmeye başladım ama yine o kaygan şeyi hissettim, bu sefer karnıma değmişti. Denizin rengi o kadar koyuydu ki, içini asla göremiyordum. Daha önce duyduğum deniz anası hikayeleri geldi aklıma, bir çocuğun bacağına yapışmıştı, o da çok kaygan bir şeymiş ve yapışınca asla çıkmıyormuş, öyle ki çocuk bacağının kesilmemesi için, ömrünün sonuna kadar o deniz anası ile yaşamak zorunda kalmış diyorlardı. Eski evimizin önündeki denizde, deniz anası en korkunç şeydi ama burada hiç duymamıştım deniz anası hikayelerini. Burada daha çok yengeçler vardı. Ama deniz o kadar büyük ki, neden buraya da gelmesinler diye korkuyla düşündüm. Sonra bu kaygan şey İsabella da olabilirdi, olabilir miydi acaba?
Yüzmeye devam ediyordum, ama sanki hiç yaklaşamıyordum ve yuttuğum sular artık boğazımı yakıyordu, deniz de dalgalanmış mıydı, yoksa bana mı öyle geliyordu bilmiyorum, ama bir an kendimi bıraktığımı hatırlıyorum. Sırt üstü denize uzandım ve artık bir yere gidemediğim anladım, bağıracak halim de kalmamıştı. Annem bu sefer beni gerçekten evlatlıktan reddedecek, yetimhaneye verecekti. Orada öylece durdum, ne kadar geçti bilmiyorum, güzel şeyler düşünmeye çalıştım, denizin kocaman bir dondurma olduğunu hayal etmeye çalıştım. O kaygan şeyi düşünmemeye çalışıyordum. Hem denizin yüzeyinde hareketsiz kalırsam beni fark edemeyeceğini düşünmeye başlamıştım. Bir süre sonra kalbim normale dönmeye başlamıştı, tekrar yönümü sahile döndüm, bu sefer yüzecektim, ne olursa olsun annem duymadan her şey normale dönecekti. İsabella'yı da başka bir gün arayacaktım. Yavaş yavaş sahile doğru yüzmeye başladım. Hemen önümdeki iki kişi görüyordum artık, biraz daha yaklaşınca bunlardan birisinin o çocuk olduğunu anladım, demek onun yanında geçip gitmiştim, ama onu nasıl görmediğimi anlayamadım. Şimdi birbirimize çok yakındık, o da kendince suyla oyun oynuyordu ve galiba bir şeylerle konuşuyordu. Daha da yaklaştığımda beni fark etti ve dönüp
"Seni korkuttuysam özür dilerim" dedi.
"Tabi ki kork... ben mi? yoooo, neden korkacakmışım!!?" dedim ve kaşlarımı kibirli bir şekilde kaldırdım. Ben beyaz donlu bir çocuktan mı korkacaktım?!. Çocuk mahsun bir şekilde başını önüne eğdi. Tam o sırada çocuğun yakınında bir kuyruk görür gibi oldum. Çocuk bana yine sırtını dönmüştü. Ağzımdan "aaaa" sesi çıkmış yavaşça, beni duydu ve endişeyle bana baktı. Hemen kafamı çevirdim ama şaşkınlıktan ölecek gibiydim, orada bir kuyruk vardı, evet kesinlikle bir kuyruk! Yüzmeye devam ettim ama arada dönüp arkama bakıyordum. Çocuk hala oradaydı ve bir şeylerle uğraşıyor gibiydi, suda kıpırtılar vardı ama ne olduğunu artık seçemiyordum. Daha kötüsü çocuğun annesi artık tam karşımda duruyor ve bana garip garip bakıyordu. Onu fark edince biraz da sahile paralel yüzdüm ve onları atlatarak biraz ötede bir yerlere ayak bastım. Yine çok yorulmuştum, kendimi kumlara bıraktım. Biraz soluklandıktan sonra doğrulup bağdaş kurup oturdum, sağımda kalmışlardı, ben de yandan yandan onlara bakıyordum.  Bir yandan annemin cezalarından kurtulduğuma seviniyor, diğer yandan da yeni güneş kreminin işe yarayıp yaramadığını merak ediyordum. Bunu eve gidince görecektim. Orada durup onları öylece izledim, Annesi çocuğa seslendi, böylece adını öğrendim, adı İsimet'miş. Donlu çocuk denizden çıktı ve annesiyle birlikte sahilden uzaklaştılar. Kalkıp onları takip etmeli miydim? Sanırım evet, ama yeni yeni nefes alabiliyordum ve bugünlük bu macera yeterli olmuştu. Bir  hafta daha ceza almak istemiyordum. Sessizce kalktım, havluma doğru yürüdüm terliklerimi giydim ve eve geri döndüm.
Semiray Teyze eve girdiğimi görsün diye balkonunun önündeki çiçeklerle ilgilenir gibi yaptım, bir yandan da balkondan içeriye bakıyordum. Onu taklit ederek "Eee, çiçekler bugün nasılsınız bakalım?" diye bağırdım. Çiçeklere söylüyordum ama gözüm Semiray Teyzenin balkonundaydı. Sanırım beni duymamıştı, balkonunun dibine geldim ve bu defa en kuvvetli sesimle tekrar ettim "Çiçekleeer, nasılsınız bakalımm?". Bu defa sesimi duymuştu, hemen çıkıp geldi balkona,
"Ooo demek sensin balıkçı kız, cezan bitti değil mi senin? Hem ne zamandır çiçeklerle konuşuyorsun? Daha geçen gün sarı gülümün en güzel dalını kırmıştınız arkadaşınla" dedi.
"Semiray Teyze, o yanlışlıkla oldu biliyorsun, o gün açlıktan önümüzü görmüyorduk. Hem sen de dalarını bazen kesiyorsun?!" dedim.
"Evet, evet ama o farklı şey. Hadi bakalım sen evine çık artık, bu yanıklarla daha fazla oyalanma" dedi.
"Ben de eve gidiyordum, eve geç kalmıyorum ben vaktinde giriyorum işte, görüyorsun ya?" dedim
"Evet evet, görüyorum tabiii! Melisa Hanım'a selamlarımı ilet olur mu?"


İşte bir gün daha geçmişti ve ben bu sefer neyse ki ceza almadan eve dönmüştüm. Güneş kremini sorarsanız, pek işe yaramadığını söyleyebilirim. Annem ben uyumadan önce eve gelebilseydi, bana kızacak bir bahanesi de olacaktı, ama bu seferlik maçı ben almıştım.

Sadece aklımı kurcalayan sorular artmıştı. Gerçekten de bir kuyruk görmüştüm, acaba İsimet denen çocuk... ??

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa