Zamansız Hikaye
Sabah olmuş, uyanmış.. Her zamanki gibi ayakları şiş, beli tutuk yorgun kalkmış yatağından. Uzun zaman uyumuş sanki, sanki uyku onu daha da yıpratmış. Buruşmuş ellerini, sarkmış yanaklarını, çatallaşmış sesini kazımış sanki uyku kadının hayatına. Belki hiç uyumasa, hiç bir zaman da yaşlanmayacakmış, bir başarabilse uykusuz kalabilmeyi, hiç ölmeyecekmiş.
Bu mışlı zamanların içinden bir gün, odanın içini, perdenin kenarlarından süzülen ince bir ışık aydınlatmış. Alıştığı ağrılarına aldırmadan, alıştığı saatte kalkmış yatağından, aylardır bitirmeye uğraştığı, tek bir misafirin gelişine yetirştirmeye heves ettiği atkıya dalmış gözleri. Dün gece bitirdiği, gözlerine en son değen sonbahar renklerinden ördüğü ve bir gence hediye edebilmek için, günlerini ayırdığı o atkı... Tek bir gülücük için, boynuna sarılacak bir çift kol için heves ettiği o örgü parçası...
Karşısındaki pencereye doğru yürümüş yavaş yavaş. Sararmış ve yıpranmış perdesini aralamış odasının ve o minicik aradan vuran keskin güneş ışığı gözlerini parçalayınca, bir an nefesi kesilmiş. Kenarlarında çizgileri sayılan gözlerini sımsıkı yummuş ve perdeyi kapatmış. Başı dönmüş ya, ilaçların etkisine vermiş kadın. Gözü tavandaki arkadaşına takılınca, odanın üçüncü köşesine de bir ağın kurulduğunu fark etmiş. Bir gün öldüğünde, o biricik arkadaşını da kaybedeceğine üzülmüş sonra.
Perdeyi bir daha aralamış ya, yine o acımasız güneş ışığı delmiş gözlerini. Bu sefer perdeyi bırakmamış ama, sokağın tamamını görmek için perdeyi sakince kenara çekmiş. Bu şiddete, kalbi teklemeye başlamış sanki, yıllardır çalınmayan kapısını , sonunda keskin bir ilkbahar güneşi çalmış meğer. Bu kadar şiddete, kendisini evine kapatan beyaz perdenin de kısa sürede eriyeceğini hayal edip gülümsemiş yorgun yüzü, heyecanlanmış hatta.
Bir süre sonra gözleri alışınca güneşe, dışarıya bakabilir hale gelmiş. Soluğu kesilmiş, kirli penceresinin oyunu zannetmiş de önce bu manzarayı, sonra pencereyi açmak için sıkışan kolu yuvasından kurtarınca, boyası sökülmüş ahşap penceresinin suçsuzluğu anlaşılmış. Bir anda odanın içine bahar kokusu dolmuş ki; güneşin, çocuk neşesinin bile kokusu varmış içinde. Derin bir nefes almaya yeltenmiş, ciğerleri bırakmamış, nasiplensin iyice.
Sonra anlamış ki, kocaman bir mevsim değişmiş onun yalnızlığında, kardan eser kalmamış kaldırımlarda. Koskoca kara kışı, bir başına geçirmiş meğer, bir hediyeyi, olmayan sahibine yetiştirme hevesiyle. Anlamış ki, aylar sonra açtığı penceresinin ardından; baharı, belki de son baharı görmüş. Gözlerinden yaşlar süzülmüş, bir iki damla, yalnızığı yüreğine oturmuş.
Ağlamış. Güneşe döndüğü ak yüzünden, gözlerindeki derin çizgilerin arasından, sarkmış yanaklarından süzülen yaşlara ağlamış.
Evla M.
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa