25 Ocak 2015 Pazar

Antichrist Filminin Yorumlanması

Yönetmen: Lars Von Trier
Film Türkiye'de Deccal adıyla gösterilmiştir.
Filmi izlemeyenler ve izlemek niyetinde olanlara kesinlikle tavsiye edilmez.

Antichrist kelimesi, Oxford sözlüğünde “Dünyanın sonundan önce ortaya çıkması beklenen İsa’nın kendisinin karşıtı” şeklinde tanımlamıştır. Merriam Webster ise; “İsa’yı reddeden veya ona karşıt olan kişi: daha spesifik olarak, dünyayı kötülükle doldurma beklentisinde olan ama ikinci gelişiyle İsa tarafından sonsuza kadar yenilmiş olan büyük muhalif” ve “Sahte İsa” olarak açıklamıştır. Öyleyse Sahte İsa kavramı, şeytani olana atıfta bulunmaktadır. 
Antichrist kavramından bahsettiğimizde, akla gelen ilk isim Friedrich Nietzsche’dir. Nietzsche’nin Der Antichrist adlı 1888 yılında yazdığı eseri, Hristiyanlığa eleştirel bir gözle yaklaşan bir kitaptır. Bu kitaptan da bazı alıntılar yapılarak, Lars Von Trier’in Antichrits filmi (Afişi Şekil1‘de görülmektedir) yorumlanmıştır. 


Şekil 1

Filmin hristiyanlıkla ilişkisinin yanında, kadınla kurduğu ilişki, film adında da kendisini göstermektedir. Soldaki görsel(Şekil2), kadını temsil etmektedir, filmde Antichrist yazısının “T” harfı (Şekil1) de bu sembolle gösterilmiştir. Bu anlamda, filmin Hristiyanlığın eleştrisini, kadınlık üzerinden yaptığını söyleyebiliriz.

Şekil 2

Filmin ilk sahnesi (Proloque - Önsöz olarak adlandırılan bölüm), George Frideric Handel tarafından yorumlanan “Lascia ch'io pianga” adlı eser eşliğinde (Albüm: The No.1 Opera, 2007), cinsel ilişki sahnesi ile başlamaktadır. Eserin sözleri (İtalyanca ve Türkçe olarak) aşağıdaki gibidir (Operatürk, 2013a) : 

Lascia ch’io pianga 
Lascia ch’io pianga 
Mia cruda sorte, 
E che sospiri 
La libertà. 
Il duolo infranga 
Queste ritorte,
De’ miei martiri 
Sol per pietà. 

Bırakın ağlayayım 
Bırakın da zalim kaderime ağlayayım 
Giden özgürlüğüme yanayım 
Çektiğim çile bana acısın 
Şu zincirlerimi o parçalasın 

Opera eserinin sözlerine bakıldığında, acının anlatıldığı görülmektedir. Opera eserinin konusu ise aşağıdaki şekilde anlatılmıştır:

“Haçlı ordularında kumandan olan Rinaldo sevdiği kadın olan Almirena ile evlenebilmek için savaşı kazanmak zorundadır. Kötü büyücü Armida ise düşman ordunun kazanması için tek çarenin Rinaldo’yu savaştan çekmek olduğunu bilmektedir. Bu yüzden Almirena’yı kaçırarak Rinaldo’yu da tuzağa düşürür ve onları tutsak eder. Ancak beklenmedik bir şekilde kendisi de Rinaldo’ya aşık olmuştur. Almirena’nın babası Goffredo ve güçlü bir büyücü olan Christian Magus’un kendisine verdiği büyü gücü ile Armida’yı alt eder ve Rinaldo’yla Almirena’yı da kurtararak düşman orduyla yaptıkları savaşı nihayetinde kazanırlar.”(Operatürk, 2013b) 

Opera eserindeki konuda, büyücülük ile ilgili konuların geçmesi ayrıca dikkat çekmektedir; çünkü filmdeki kadın karakter de şeytani bir doğa ile karşımıza çıkacaktır. 

Filmde karşılaştığımız ilk sahnede kadın ve erkeğin cinsel birleşmesi gösterilmektedir. Burada; suyun buhara dönüşümü, çamaşır makinesindeki döngüsellik ve kirli çamaşırın temizlenmesi, hayatın kendi döngüselliğine atfeden olgular olarak değerlendirilebilir. Doğum (cinsel birleşme) ve ölüm bu döngüselliğin en önemli parçasıdır. 

Aksakoğlu’nun (2013) da belirttiği gibi, devinim süreklidir ve insan çabasından bağımsız olarak gerçekleşir. “Yaşamda her olgu ve oluşum sürekli devinim içindedir. Suyun akışı yada buharlaşması, sincabın yaşaması ve ölümü, yaprağın ağaçtan dökülmesi, azotun toprak ve canlı yaşam içinde dönüşümlü işlevi, yara iyileşmesi, sürekli tanık olunan devinimli öğelerdir.Devinim için insanın özel bir çaba göstermesi gerekmez, insanın bilinçli girişimi olmaksızın da olayların gelişimi sürer.” (Aksakoğlu, 2013, s.13) 

Bu sahnede dikkat çeken en şiddetli unsur haz duygusudur denilebilir. Bu duygu ise daha çok kadının yüzünden okunmaktadır, birleşme sırasında da sadece kadının yüzüne odaklanılmıştır. Hatta etraftaki nesnelerin devrilmesi (diş fırçası, su şişesi), kadının bedenindeki dalgalanmalar da Paglia’nın (2004) dionisosçu kadın bedenini tarif ediş şeklini çağrıştırmaktadır. Kadın açıkça Dionysosçu karakterdedir, adamın apollonik yönünü ise ilerleyen sahnelerde daha net anlıyoruz. 

Apolloncu ve Dionysosçu olarak Nietzsche'nin ortaya attığı kavramlarla ilgili kısa bir açıklama yapalım: bu tanımı Düz (2011) şu şekilde ifade etmiştir:
"Nietzsche’ye göre Apollonculuk, form ya da biçimdeki ahenge yüksek değer biçen üslubu tanımlar. Apollonculuk, Dionysos’un aksine, oluş ve değişmenin, anlaşılmazlığı nedeniyle, onun gerçekliğine ve coşkusuna karşı çıkar. Dionysos ise esin, coşku, kendinden geçme, esriklik, bireyselliğin ortadan kaldırılarak doğayla, varlıkla bütünleşme hamlesi, hatta onun çılgınca cüreti anlamlarını taşır."

Bu sahne esnasında çalan eserden bahsetmiştik, oldukça hüzünlü bir şarkıdır ve bir batı müziği eseridir. Paglia’nın (2004) batı eleştirisini düşündüğümüzde, batının apollonik olanı ön plana çıkarttığı aklımıza gelir. Adam ve kadın birlikte olduklarında doğanın çürüyen, yok olan yönüne zıt bir felsefeyle hareket etmektedirler. Ve daha sonra dikatomik (zıtlık, karşıt) olarak, küçük bir erkek çocuğun pencereden düşme sahnesini görürüz. Cinsel ilişki sırasında kadının çocuğun oyuncakları üzerine oturduğunu görürüz, özellikle kadın müthiş bir haz almaktadır. Çocuk ise, kadın ve erkeğin cinsel ilişkisine tanık olur ve daha sonra çocuğun yüzünde beliren ifade; çocuğun saflığını yitirdiğini düşündürmektedir. Tıpkı İlk Günah gibi, çıplaklığı (cinselliği) gören bir çocuktur artık, daha sonraki pencereden düşüşü de cennetten kovuluşu temsil edebilir. Ayrıca çocuğun kara düşmesi ve beyaz çamaşırların yıkanması da benzerlik içerebilir, beyaz saflığı temizliği temsil etmektedir ve artık o beyazlık, çocuğun kanıyla kirlenmiştir. 

Bu esnada masadaki üç heykelde (üç dilenci) ; Izdırap (Grief), Acı (Pain) ve Umutsuzluk (Despair) ifadelerini görürüz (Şekil 3).Çocuk masaya çıktığında bu heykelleri devirir. Yaşamın acılarla umutsuzlukla dolu olduğu bellidir. Çocuk pencereden atlayarak bu acılardan uzaklaşmaktadır; çünkü ölüm, ölen kişi için ızdıraptan kurtulmaktır. Çocuğun bu halini, dünyevi olandan uzaklaşma olarak yorumlayabiliriz. Bu Önsöz, çocuğun düşüşü ve çamaşır makinesinin durması ile sonlanır. 

Şekil 3

Sonraki sahne ise Izdırap bölümüdür. Izdırap bölümüçocuğun cenaze sahnesi ile başlamaktadır, üzüntüsünü belli eden baba ve ifadesiz bir yüzle anne karakterlerini görürüz. Belki de kadının tepkisizliği sebebiyle, acısını dışa vuramaması veya acısını çok daha derinde yaşaması sonucunda, kadın rahatsızlanmaktadır. Kadının 1 aylık hastane sürecinden sonra, psikoanalist olan adam, kadını (eşini) tedavi edebileceğini düşünmektedir ve onun hastaneden çıkmasını ister. Oysa bugün psikolog ve psikiyatristlerin prensip olarak tanıdıklarını tedavi etmediklerini biliyoruz. Adam kadına çok fazla ilaç verildiğini iddia eder ve mevcut doktordan (Wayne) daha fazla hastayı iyileştirdiğini söyler. Adam baskın bir karakterdedir ki kadın da, adamın megalomanlığının (adamın kendisini çok zeki zannettiğini açıkça ifade eder, hatta eve döndüklerinde bu işe karışmadan duramadın diye adamı suçlar) farkındadır. Ne var ki, kadın direnç göstermez ve hastaneden çıkarlar. Eve döndüklerinde, kadın doktorun verdiği ilacı klozete atar, bu da aslında kadının erkeğe teslimiyetinin simgesi olarak yorumlanabilir. 

Bu aşamaya gelmeden önce, hastanede dikkat çeken bir unsur şudur; adamın kadına getirdiği çiçeklerin saksıya konulmuş olduğunu görürüz ve sapından koparılmış çiçekler, sürahideki suda çürüyüp gitmektedir,çekimde de bu sahneye odaklanılmıştır (Şekil 4). Su bulanıklaşmıştır (tıpkı kadının aklı gibi), saplarından kesilmiş çiçekler ölmeye mahkumdur, sadece güzel bir görüntü vermek için geçici olarak oradadır, aslında o da herşey gibi çürüyecektir. Yine dikatomik bir anlatımla karşılaşırız, güzel ve çirkin olan biraradadır, tıpkı ölüm ve yaşamın devinimselliği gibidirler. 
Şekil 4

Kadın çocuğunun ölümünden kendisini suçlamaktadır çünkü daha sonraki sahnelerde öğreneceğimiz üzere, çocuk pencereye yönelirken anne ile göz göze gelmişlerdir ve anne, çocukla ilgili herhangi bir tepki vermemiştir. Ancak aynı zamanda çocuğu (Nick) ile ilgili olarak, kocasına kıyasla, daha hassas olduğunu ortaya koymaktadır. Eşi farkında olmadığı, uyuduğu sırada, kadın çocuğunun beşiğini açtığının farkındadır. Burası bize “anne” figürünün, “baba” figüründen daha duyarlı olduğunu göstermektedir. Aslında çocuk bakımında da genel olarak annenin sorumluluğu daha fazla olarak algılanmaktadır. Burada, adamın aslında eşiyle ve çocuğuyla yakından ilgilenmediğini anlıyoruz. Ancak daha sonra ortaya çıkacak bilgiler, kadının aslında iyi bir anne olmadığını düşünmeye itecektir bizi. 

Hastaneden dönüş sürecinde artık adam kadını analiz etmeye, ondaki bu yas sürecinde neden korktuğunu derinlemesine anlamaya çalışır. Burada yine Paglia’nın (2004) batılının bilime olan yaklaşımına dair yorumları akla gelmektedir. Adam anlayarak ve bilerek tahakküm kurmak istemektedir, ancak bu oldukça indirgemeci bir yaklaşımdır. Adam bu süreci profesyonelce yürütmeye çalışmaktadır (hastasıyla cinsel yakınlık kurmamaya çalışır) ancak bu mümkün olmaz. 

Birlikteliklerinde daha çok kadının arzulayan taraf olduğunu gözlemleriz. Kadının sürekli olarak eşiyle cinsel birlikteliği arzulamasının nedeni; o ölüm anına geri dönmek, belki çocuğunu tekrar hatırlamak için, veya acıdan kaçarak hazza tutunmak için olarak düşünülebilir. Ölümü silebilmek için cinsel ilişkiye girmek isteyen kadın, aynı zamanda doğanın devinimi içinde yok olmak istemeyen insan ırkının coğalma içgüdüsünü anlatır bize. Kadın, evdeki bu tedavi (!) sürecinde, bedenine hakim olamadığı anlar, sinir krizleri geçirmektedir. Kadının bedenine hakim olamaması, arzularıyla yaşamasını çağrıştırmaktadır. Adam ise, düzeni sağlamak için kadının yanındadır. Onu sakinleştirmeye normale (!) döndürmeye çalışır. Adamın apolloncu, kadının ise dionisosçu olduğunu buradan da söyleyebiliriz. 

Kadın doğadan korkan , adam ise korkunun tehlikeli olmadığını düşünen rasyonel (akılcı) bir bakış açısıyla yaşamaktadır. Hatta kadının korktuğu unsurları liste yapıp, bunlar arasında hiyerarşik bir ilişki yapma çabasındadır çünkü korkulan şey anlaşıldığında artık ondan korkmanın gereksiz olduğunu düşünür. Bu yüzden kadını en çok kortuğu yere götürür; EDEN’a. Eden ise, kelime anlamı olarak cenneti, masumiyeti anlatmaktadır. Arada gösterilen doğa görüntükleri ise saniyeler içinde çarpıklaşmaktadır (gözle algılaması çok zor küçük bir çarpıklık). Bu çarpıklığı, doğanın insan gözünde nasıl değişip çirkinleşeceği haberini veren bir görüntü olarak yorumlayabiliriz. Çünkü Eden’a gelmeleriyle birlikte pek çok doğal güzellik gözlerinde çirkinleşecektir. 

Eden’a giderlerken, Lars Von Trier, trenin camından doğanın geçişini göstermektedir, bu görüntülerin içine de çığlık atan insan yüzleri ve çıplak bedenler bulunuyor. Filmi online olarak izlediğim için yakalayabildiğim görüntüler bunlardı, ancak başka görüntüler de gizlenmiş olabilir (Şekil 5). Tren camındaki görüntülere gizlenmiş çığlık atan kadın figürleri, kadının korku ve şeytani varlığını pekiştirmektedir. 






Adam aklın inandığı her şeyin üstesinden gelebilindiğini düşünmektedir, oysa doğa ve insan ilişkisi bu şekilde değildir. Oysa insan doğa karşısında çaresiz ve korkak bir varlıktır, adam ise bununla başetmek için modern insanın rasyonellik silahını kullanmaktadır. Ve nihayetinde ormana geldiklerinde, Eden da hem doğayla yüzleşme, hem de kişilerin kendileri ile yüzleşmesi bölümüdür. Adam da korkusuyla yüzleşecektir. İlk yüzleşmesi, filmdeki üç hayvan figüründen birincisi olan geyik ile olur ve geyik doğum esnasında ölen yavrusunu hala taşımaktadır, bu da canlılık ve ölümün birarada oluşuyla ilişkilendirilebilir. 

Lars von Trier, bu üç hayvanın nelerle ilişkili olduğuna dair bize bir ipucu vermiştir, Şamanik öğretilerden esinlendiğini, kendisiyle yapılan bir röportajda belirtmiştir. Bu amaçla, geyiğin Şamanizmdeki yerini anlamamızın faydalı olacağını düşünüyorum. Geyik bilgelik temsili olarak tanımlanmış; düşüncede kibarlık, dinleme becerisi, denge, hayatta kalmak için neyin gerekli olduğunu anlama, vermenin gücü, daha iyi olan için fedakarlık yapma ve ağaçların tanrıçası (Goddess of woodland) olarak tanımlanmıştır . Üç dilenci figürünün ilkinin de ızdırap olduğunu düşünürsek, bilginin insana acı veren yönünün temsil edildiğini düşünebiliriz. 

İlk hayvanın karşımıza çıkmasının hemen ardından, “Acı” başlıklı ikinci bölüme bölüme geçilir. Kaosun hüküm sürmektedir diye belirtir başlığın altında. Burada, adam karşılaştığı ölü yavru ve annesiyle (geyik) birlikte sarsılmıştır, kadın ise artık adama yola devam etmeleri gerektiğini hatırlatır. Yolun devamında ise bir dere üzerindeki köprüden geçme konusunda sorun yaşar kadın. Panik atak ve diğer psikolojik hastalıklarında görülebilen bir durumdur bu. Filmdeki anlamını ise farklı bir gözle değerlendirmek istersek; köprülerin sembolik anlamları olduğunu söylemeliyiz. İki kara parçasını birbirine bağlamasının yanısıra, farklı bir yere açılan kapılardır köprüler. Ve kadın bu geçişten bu değişimden korkmaktadır.

Eden’da dikkat çeken bir unsur, tilki yuvasıdır. Korkutucu bir deliktir yuva, bu haliyle de kadını çağrıştırdığını söyleyebiliriz. Bu deliğe duyulan korku aslında kadının cinselliği ile ilişkilendirilebilir. Sonraki sahnelerde ise daha ilginç olarak, kadın doğayla olan korkusuyla başettiği zaman, elini tilki yuvasının içine sokarak bunu adama ispatlayacaktır. Hatta adam kadından kaçarken bu tilki yuvasının içine sığınacaktır, tıpkı ana rahmine dönmek ister gibi. 

Korku insan doğasında var olan bir duygudur, insanın doğa karşısındaki acizliğinin doğal bir sonucudur. Filme de bu doğal duygunun ulaştığı noktayı görmekteyiz. Filmde doğum ve ölüm dikatomisinin işlendiğini söylemiştik. Eden’da da sıklıkla eğrelti otunu görmekteyiz. Eğrelti otu spor yoluyla çoğalması seayesinde, çok çabuk üremesiyle bilinen bir bitkidir. Bu da üretkenlik, doğumu simgelemektedir açıkça. Adam eğrelti otlarının arasında gezinmektedir. Kadının doğurganlığı ve doğa arasında açıkça bir bağ kurulmaktadır. 

Adam, Eden’daki doğurganlık ve ölüm çağrışımlarından etkilenir. Kadının korkusu ise, şeytani bir varlık olarak gördüğü kendi doğasından kaynaklanmaktadır. Doğayla kendisini özdeşleştirmekte ve o doğadaki doğum ve ölümü taşımaktan korkmaktadır. Çünkü çocuklarının ölmesine engel olamamış, çocuğun ayakta olduğunu ve masaya çıktığını gördüğü halde cinsel ilişkiye devam etmiştir. Kadın kendisinden, kendi vahşi doğasından korkmaktadır, nasıl bir kadın çocuğunun ölmesine göz yumar diye düşünmektedir belki de. 

Kadının Eden’a duyduğu korku ise daha önceden başlamıştır. Kadın bu duyguyu meşe palamutlarıyla ilgili açıklama yaptığı sahnede anlatır. Eden’ın ilk bakışta güzel göründüğü halde aslında ne kadar çirkin olduğunu anlatır, bunu da yüzyıllarca yaşayabilen Meşe Ağaçlarından örnek vererek anlatır. Doğanın bir dengesi yoktur, 1 saat yaşayan canlılar da vardır, 100 yıl yaşayan canlılar da. Ve doğanın şeytanın kilisesi olduğunu söylerken, doğanın öldürdüğünü, yok ettiğini anlatmaktadır muhtemelen bize. Ve kadın geçen yaz Eden'da kaldığı sürece bunu anlamıştır, ağlayan çocuk sesine yaptığı yorumda da bunu bize anlatmaktadır.

Filmin devamında, adamın, kadındaki korkuyla savaşması için kullandığı yöntemler işe yarar, kadın doğayla barışır. Örneğin Eden’a ilk geldiklerinde yere basmak istemezken, sonrasında Eden’daki evden dışarıya çıkabilir hale gelir ve kocasına iyileştiğini söyler. Bu sefer de, kadın doğayla özdeşleşerek, kendi doğasını kabul etmiş olur. Adamın ise eşine olan bakış açısı değişmeye başlamıştır. Çocuklarının fotoğraflarına baktığında artık eşini suçlayabileceği, eşinin annelik rolünü iyi yerine getiremediğini düşüneceği bazı delillerle karşılaşır; bunlar adli tıp raporundaki çocuğun ayağındaki deformasyon ve çocuklarına ait olan fotoğraflarda, çocuğun ayakkabılarını ters giymiş olmasıdır. Hatta otopsi raporunu okuduğunda yüzündeki ifade değişir. Bu sebeplerle Eden’da adamın korkusundaki artışı görmekteyiz. 

Adamın kadın üzerinde tahakküm kurduğunu söylemiştik, ancak filmin devamında trajik kadın, tavrını değiştirecektir. Kadının ilk kez açıkça eşine tepki verdiği an, duyduğu çocuk sesiyle ilgili deneyimini eşine anlatmasından hemen sonradır. Adam akılcı bir yaklaşımla, kadının duygularının kaynağını tanımlar. Bundan hemen sonra kadın adama doğru koşar, ona saldırmak istemektedir muhtemelen, ancak adam buna engel olur. Kadının adamın tahakkümüne karşı ilk açık eleştrisi budur. 

Kadın doğaya karşı olan korkusuyla başetmeyi öğrendiği zaman ise, tilki yuvasına elini uzatır ve köprüden geçebildiğini gösterir eşine. Artık kendi kadınlığından korkmuyordur. Adama ise çok akıllı olduğunu söyler, oysa bir önceki gün adamın kendini beğenmiş olduğunu ve bunun sonsuza kadar gitmeyeceğini ifade etmişti. Burada kadının aşırı sevecen tavırlarına bakarak, kadının rol yaptığını söyleyebiliriz. Trajik bir kadın figürüdür bu, tıpkı Euripides’in Medea’sı gibi, “...(kadın türünü) türü, eril eylemle olan bozguncu ilişkileri nedeniyle çarpıtırlar. Trajik kadın erkekten daha ahlaksızdır. Onun güç istemi çıplaktır.” (Paglia, 2004, s.19) . Antichrist’daki kadın figürü de yine Paglia’nın tanımladığı gibi deamonik (şeytani) bir doğaya sahip ve Dionysosçu bir kadındır. 

İlerleyen sahnede, adam eğreltiotlarının arasında bir tilki görür. Tilki kendi etini yemektedir, bu haliyle adam için tiksindirici bir görüntü oluşturur çünkü apollonik olanla çatışan bir görüntüdür bu. Doğurganlığı temsil eden eğrelti otlarının arasında bir ölüm temsili... Ancak olaylar burada kalmaz, tilkinin kaosun hüküm sürmeye devam edeceğini söyler ve bir başka bölüme geçiş yapılır. 

En son bölüm Umutsuzluk: Kadın Katliamı (Despair: Gynocide) aşamasıdır. Burada, adam kendisini ‘kadının korktuğu her şey, doğa’ olarak tanımlar. Daha sonra bu doğanın aslında insan doğası olduğunu söyler. Bu halde, filmde doğa ile insan doğası eş tutulmuştur. Kadın ise bu doğayı, kadına kötü şeyler yapan insan doğası olarak yorumlar ve kadının doğası gereği kötü olabileceğini ekler. Kadın da kendi şeytani varlığına inanmıştır. Doğa ve insan doğası bütünlüğü ise hemen ardındaki sahneyle temsil edilir. Ağacın altında birlikte oldukları sahne ile ifade edilebilir ki bu sahne film afişinde de görülmektedir (Şekil1). Kadın doğanın içindedir, ve hatta sadece o kadın ve adam değil, başka bedenler de belirir ağacın kökleri altında. Tıpkı Adem ile Havva’nın yasak meyveden yemesi gibidir, birlikte olduklarında çıplaklık belirir. 

Bu sahneden sonra adam, kadının kendisini dinlemediğini, kendisini anlamadığını ama anlamasının da gerekmediğini sadece güvenmesi gerektiğini söyler. Adam, kadın üzerinde bu şekilde tahakküm kurmuş diyebiliriz. Ancak kadın çocukları Nick’e ayakkabıyı ters giydirdiğini ve çocuğun muhtemelen bu sebeple dengesini yitirip pencereden düştüğünü fark eder. Sonra da adamın kendisini terk edeceğini düşünür, ki burada kadın olarak eşine çocuk vermiş olduğu halde, çocuğunun ölümüne sebep olduğunu anlarız. Kadının şeytani yanı ortaya çıkmıştır, kadın ‘kötü’, ‘çocuğunun ölümüne sebep olan’ bir varlık olarak görür kendisini. Sonra da adama karşı şiddet göstermeye başlar. Adamın cinsel organına vurur ve onun üremek için başkalarına gitmesini engeller, hatta bacağına geçirdiği demir de yine onun kaçmasını engellemek içindir. Erkeğin kaçmasını istemeyen kadının, erkeği elde etmek için yaptığı türlü oyunların, şiddet kazanmış halidir bu hal. Ve artık kadının üreme ile ilgili algıları değişmiştir. 

Adam ise kadının şiddetinden kaçmak için ise,ilginç bir şekilde, tilkinin yuvasına girmek zorunda kalır, burada bir kibrit çakar ve karga ile karşılaşır. Tilki yuvasının kadının cinselliğini temsil ettiğini düşünürsek, adam kadının dürtülerini bir kibrit alevi kadar olsa bile aydınlatabilmiştir belki de. Karşısındaki manzara ise rahatsız edicidir. Kadının adamı tekrar bulması ve adamı tilki yuvasına gömmesiyle adam bir ağacın kökleri arasına sıkışmıştır. Sanki adam, kadınla ilgili bir bilgi ile boğulmakatdır. 

Böylece dördüncü bölüme geçilir: Üç Dilenci. Kadının adama bu şiddeti gösterdiğinde krizde olduğu, bilincinin tamamen yerinde olmadığını düşünebiliriz; çünkü adamın bacağındaki demiri açacak anahtarı kendisi kulübenin altına attığı halde, bunu hatırlamakatadır, veya belki de kadın adamı kandırmaktadır. Ancak adamı tekrar kulübeye getirdiğinde, üç dilenci geldikten sonra adamı öldüreceğini anlıyoruz. Adamı öldüreceği için ağlamaktadır, ancak bunun bir hile olduğunu da ifade eder. Kadın kendi kadınlığını şeytani bulmaktadır ve tam da bu anda çocuğunun atladığı anı görür. Kendisini cezalandırmak için cinsel organını keser, kendisini hadım eder. Böylece üreme yetisini öldürmüştür, çünkü ölümü görmektedir ve ölümün acısını hissetmektedir. Burada kadının bir cadıya benzetildiğini düşünebiliriz, kadının üç dilencinin gelişini beklediği görüyoruz ve daha sonra adam bu üç dilencinin gelişini görür. Bu üç dilenciden birisi, kuzgun, adama ingiliz anahtarının yerini gösterir, bu da kadının öngörü gücünü temsil ediyor diyebiliriz.“Cadı” olan kadın, kötü ruhlu bir kadındır ve adamın gözünde hayvanlarla iletişim kurabilmektedir. Hatta kadın, adamı kurban etmeyi istemektedir. 

Kurban etme sürecini, kuzey mitolojisindeki, Uppsala’da gerçekleşen kurban etme törenleriyle kıyaslayabiliriz. Orada da 3 büyük tanrı (Odin, Thor, Freyr) önünde bir erkek kurban edilir. Ancak filmin sonunda kadın cezalandırılmakta ve kötü ruhu defetmek için adam tarafından yakılmaktadır. 

Son sahnede ise adam çocuğunun düşüşünü canlandırır gözünde ve sahnede artık ceylan vardır (Şekil 6). Ceylan doğuran ve öldüren, belki de bir anlamda Tanrı temsili olarak yorumlanabilir. Aynı zamanla da kadınla ilişkilidir, çocuğun atlayışını izler, üzerinde onun ölüm izini taşır. 

Şekil 6


Nietzsche’nin Hristiyanlığı eleştirdiği “Antichrist” adlı kitabında, Hristiyanlığın “Tanrı, Ruh, Özgür irade” gibi tamamen hayali olgulardan bahsettiğini ve bunların tamamen hayali etkiler (günah, kurtuluş, ceza, günahların affı) yarattığını söyler. Bunun sonucunda da 15.bölümde belirttiği üzere; “Doğa kavramı bir kez “Tanrı” kavramıyle eşleşince, “Doğa” kelimesi haliyle “tiksindirici” anlamına gelmiştir –bu hayali dünyanın tamamının kaynağı doğadan nefrettedir. Bu herşeyi açıklar. Tek başına hangi kişinin gerçeklik dışında yaşamak için bir sebei olabilir ki? Bundan acı çeken kişinin.” Nietzsche (1968).

Burada da adam ve kadın çektiği acının gerçekliğinden uzakta bir dünyaya sığınma ihtiyacındadır, tıpkı cennetten kovulan insan oğlunun acısı gibi. Kadın, anneliğin getirdiği sorumluluk ile, insan olarak sahip olduğu cinsel içgüdüleri arasında savaşmakta iken, adam bu savaşı kadın üzerinde tahakküm kurmaya çalışarak baskılamaktadır. Ancak işin aslı farklıdır, adam da korku duymaktadır ve sonunda kadını öldürmüştür. Hatta bunu yaparken tıpkı bir cadının öldürülmesi gibi, onu yakmıştır. 

Film boyunca gördüğümüz tek insanın Adem ile Havva misali adam ile kadın olduğunu görürüz. Ancak en son sahnede, yüzleri olmayan kadınlarla karşılaşırız. Buradaki kadın kendi kimliğinden uzaktır. Sadece bir kadın olarak anlamlı olan (son sahnedeki kişilerin hepsi cinsiyetlerini ortaya koyacak şekilde etek giymişlerdir) kişiler görürüz. Belki adamın gözündeki kadını temsil etmektedir bu kişiler. Hepsi aynıdır, hepsi kadındır ve yüzleri, kişilikleri yoktur artık. Doğaya aittirler ve zaten hep oradadırlar.

KAYNAKLAR
Operatürk (2013a). Opera Kulübü: Lascia ch’io pianga, Handel (Rinaldo). http://operakulubu.com/2013/11/11/lascia-chio-pianga-handel-rinaldo/ adresinden 26.12.2014 tarihinde alınmıştır.
Operatürk (2013b). Opera Kulübü: Rinaldo, Handel. http://operakulubu.com/2013/11/10/rinaldo-handel/adresinden 26.12.2014 tarihinde alınmıştır.
Aksakoğlu, G. (2013), Sağlıkta Araştırma ve Çözümleme (3.baskı) , Meta Basım Matbaacılık Hizmetleri, Bornova.
Paglia, C. (2004). “Cinsel Kimlikler: Nefertiti’den Emily Dickson’a Sanat ve Dekadans”, Epos Yayınları, Ankara.
Nietzsche, F. (1968),The Antichrist, Harmondsworth: Penguin.
Düz, N. (2011) APOLLONİK VE DİONYSOSTİK ÖĞELER BAĞLAMINDA SANATTA DEĞERKAVRAMI, Süleyman Demirel Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Hakemli Dergisi, http://edergi.sdu.edu.tr/index.php/gsfsd/article/viewFile/3009/2626 adresinden ulaşılmıştır.



Evla.

Lorde - Royals Yorumu

Bu yazı Lorde adındaki şarkıcının selendirdiği Royals adlı şarkının yorumudur.

Şarkı sözleri:
I’ve never seen a diamond in the flesh
I cut my teeth on wedding rings in the movies
And I’m not proud of my address,
In a torn-up town, no post code envy

But every song’s like gold teeth, grey goose, trippin’ in the bathroom
Blood stains, ball gowns, trashin’ the hotel room,
We don’t care, we’re driving Cadillacs in our dreams.

But everybody’s like Cristal, Maybach, diamonds on your time piece.
Jet planes, islands, tigers on a gold leash.
We don’t care, we aren’t caught up in your love affair.

And we’ll never be royals.
It don’t run in our blood,
That kind of luxe just ain’t for us.
We crave a different kind of buzz.

Let me be your ruler,
You can call me queen Bee
And baby I’ll rule, I’ll rule, I’ll rule, I’ll rule.
Let me live that fantasy.

My friends and I – we’ve cracked the code.
We count our dollars on the train to the party.
And everyone who knows us knows that we’re fine with this,
We didn’t come from money.

We’re bigger than we ever dreamed,
And I’m in love with being queen.
Life is great without a care
We aren’t caught up in your love affair.

Ten üstünde elmas görmedim hiç
Düğün yüzüğü deneyimim filmlerden
Adresimden gurur duymuyorum
Berbat bir yerde, posta kodu derdi yok.

Ama herkesin şarkısı altın dişli, Grey Goose lu, banyoda kafayı bulmalı
Kan lekeli, balo elbiseli, hotel odalarını dağıtmalı
Biz sallamayız, biz rüyalarımızda Cadillac süreriz

Ama herkes kristal, Maybach, kendi zaman diliminde elmas gibi
Jet uçağı, ada, altın tasmalı kaplan gibi
Biz sallamayız, biz sizin sevme hastalığınıza yakalanmadık

Ve biz asla asil olmayacağız
Bu bizim kanımızda yok
O tip bir lüks bize göre değil
Biz farklı bir şeyi arzuluyoruz

Bırak senin hükmedenin olayım
Bana kralişe arı diyebilirsin
Bebeğim, ben hükmedeceğim, hükmedeceğim
Bırak da bu hayali yaşayayım

Arkadaşlarım ve ben işin sırrını çözdük
Partiye giderken trende sayarız dolarlarımızı
Ve bizi bilen herkes bilir ki bu halimizle iyiyiz
Biz para için gelmedik

Hayal etmiş olduğumuzdan çok daha büyüğüz
Ve ben kraliçe olmaya aşığım
Hayat önemsemeyince harika
Biz sizin sevme hastalığınıza yakalanmadık.

(Şarkı sözlerinin tercümesi çok iyi olmadı, belirteyim. Hatalarıyla bana aittir.)

Daha önce tende elmas görmediğini (muhtemelen sadece virtinlerde, medyada görmektedir elması), evlilik yüzüğüyle ilgili deneyimlerini filmlerden kazandığını, adresinden gurur duymadığını söyleyen, genç (bu yazıyı yazdığım tarih itibariyle) bir kadındır "Lorde". Popüler şarkıları, popüler insanları, gösteriş tüketimini eleştirdiği ve sonrasında; biz bu yolun yolcusu değiliz, bizim kanımızda yok bu asalet, biz para için gelmedik der şarkıda. Sınıf ayrımlarından, ekonomik ve sosyal eşitsizlikten bahsediyor ve bu koşullarda olmak da umrumuzda değil, biz iyiyiz diyor. 

Sıklıkla dinlenen şarkıcıların bakış açılarından farklı bir bakış açısı sunuyor piyasaya. Ancak elbette şarkılarının sıklıkla dinleniyor olmasının ona maddi ve sosyal açıdan büyük faydaları oluyordur ve eleştirdiği asilzadelere benzememek için kendini koruması gittikçe zorlaşıyordur. Ayrıca görsel anlamda kendisini ön plana çıkaran (güzel, seksi görünmeye çalışan) bir hali yok diyebiliriz. Hatta tam tersine, youtube videolarınn bazılarının altında onu itici bulanlar var. 

Şarkıdaki söylemleri beğenen bir kitle olmasına karşın, söylemlerini ırkçı bulanlar da var. Altın diş (gold teeth) derken siyahları kastettiğini iddia edenler var. Ancak şunu da düşünmek lazım, siyahlar da dezavantajlı oldukları dönemler geçirdiler ve hala geçiriyorlar. Siyahi şarkıcılar da (Rap, Popo) ağırlıklı olarak gösteriş içeren klipler çekiyorlar. Siyahilerin, kliplerindeki o gösteriş unsurlarıyla, ironik (çelişkili, şaşırtıcı ve komik) bir biçimde, dışlanmış olmalarını eleştirdiklerini (bilinçli veya bilinçsiz olarak) düşünüyorum. Bu sebeple, Lorde siyahilere sataşmış olsa bile, iki kesim de dezavantajlı grupların özgürlüklerini vurguladıkları için aynı yolun yolcusudur. 

 Evla.