Sabahattin Ali (1907-1948)
(Ey hayaller, vurmayın kalbimin sert taşına/Bütün bir hayat bile değmez bir gözyaşına)
25 Şubat 1907de doğmuştur Sabahattin Ali. 14 yaşında Edremitte ortaokulu (Edremit İptidai Mektebi) bitirdikten sonra bir sene boyunca okula gitmemiş; 1922 yılının Aralık ayında 26 okul numarasıyla Balıkesir Öğretmen Okuluna girmiştir. Öğrenim hayatını başarıyla sürdürmüştür ve daha lise 2. sınıfta okurken (yani 1924te) arkadaşlarıyla beraber bir okul gazetesi çıkartmıştır. Bu gazetede Sabahattin imzasıyla Astiyagın Torunu , Gültekin imzasıyla Kırmızı Külahlılar eserlerini yayımlamıştır (22 Şubat 1924) . Aynı gazetede, 15 Mart 1924 tarihinde, Sabahattin Alinin yayımlanan ilk şiirleri olarak bilinen Kamer-i Mestur ve Saçlarımın Türküsü yer almıştır. Sabahattin Alinin yazdığı ilk şiirin ne olduğu bilinmiyor, zira yazdığı ilk hikâye de yayımladığı ilk hikaye değildir. Bunu ortaokul ve liseyi beraber okuduğu en yakın arkadaşı Naci Erçevik şöyle anlatıyor;
"Sınıfta yan yana oturuyorduk. Mert, zeki, dürüst, ince, onurlu bir arkadaştı. Derslere pek çalışmaz, öğretmenleri dinlemekle yetinirdi. Öyleyken sınavlardan hep pekiyi notlar alırdı. Roman okumayı çok
severdi. Mutalaa derslerinde arka sıralara çekilir, kabak çekirdeği yiyerek Pardayanları, Sefilleri, Devri Alem Seyehatini yutarcasına okurdu. İkinci sınıfta iken yazmaya da başladı. İlk ürünü bir hikaye idi; Horoz Mehmet. Edebiyat öğretmenimiz Gazali Bey, hikayeyi beğenmişti, Sabahattini övdü,
yüreklendirdi. Hikâyeyi şiirler izledi. "
Okul gazetesinin yanı sıra o dönemde Yeni Yol Dergisinde de yayımlamıştır yazılarını.
Şiirleri okul gazetesinden sonra ilk kez “Çağlayan” dergisinde görülür. 1925- 1926 dönemlerinde bu derginin yönetiminde halk şiirleri yazan ve hatta “Bu Vatan Kimin” adlı şiiri ile de tanınan şair Orhan Gökyay vardır. Aynı dönemde Halit Fahri Ozansoy’un yönetimindeki “Servetifünun”da da yayımlar şiirlerini. Aynı dergide Tevfik Fikret gibi ‘toplumcu’ şairler de yer almıştır. (Sabahattin Ali de toplumcu gerçekçi olarak kabul edilir.)
Daha sonra ‘Güneş’ ve ‘Hayat’ dergilerinde yayınlanır şiirleri (1927).
1927’den itibaren 1934’e kadar öyküleriyle devam eder yazılarına (*7 Ekim 1928; Viyolonsel * 7 Eylül 1930; Bir Orman Hikayesi * 8 Ekim 1930; Bir Gemici Hikayesi) . Evet, bu dönemde hiç şiir yayımlamamıştır ama şiiri bırakmamıştır Sabahattin Ali. Nitekim 1934’te yayımlanan “Dağlar veRüzgâr” adlı şiir kitabındaki eserlerin çoğunu bu dönemde yazmıştır. ( 1931- 1934)
Yine bu dönemde, ilk hapis cezasını da, yazdığı iddia edilen bir şiir yüzünden almıştır. Şiirin adı “Memleketten Haber”dir. Aslında Sabahattin Ali bu şiir yüzünden değil de Cemal Kutay’ın iftiraları yüzünden ilk hapis cezasını almıştır desem daha doğru olacak. (Cemal Kutay’ın iftirasının ve tabi ki Sabahattin Ali’ye duyduğu öfkenin sebebi ise şu olaylardan ibarettir; Sabahattin Ali, Cemal Kutay’ın sahibi olduğu Konya Yeni Dünya Gazetesi’nde Kuyucaklı Yusuf romanını bölümler halinde yayımlamaya başlar. Ama yazara telif hakkını bir türlü ödemez Cemal Kutay. Bunun üzerine Sabahattin Ali de Kuyucaklı Yusuf’un yayımlanmamış bölümlerini gazeteye göndermeyi keser, yayımı yarıda bırakır.)
“Memleketten Haber” şiirini Sabahattin Ali’nin, Cemal Kutay’ın bulunmadığı bir toplantıda okuduğu iddia edilmiştir. (Cemal Kutay’ı bu şiirden haberdar edenler de (24 Aralık 1932 tarihli mahkemede Mehmet Emin Bey ve Cemal Kutay’la birlikte şahitlik yapan) Recep Bey ve Eyüp Hamdi’dir bence, çünkü toplantıda bulunanlar Recep Bey ve Eyüp Hamdi’dir.) İddialara göre Sabahattin Ali Atatürk’e aşağıdaki şiirle hakaret etmiştir;
MEMLEKETTEN HABER
Hey anavatandan ayrılmayanlar
Bulanık dereler durulmuş mudur?
Dinmiş mi olukla akan o kanlar?
Büyük hedeflere varılmış mıdır?
Asarlar mı hala Hakk’a tapanı?
Mebus yaparlar mı her şaklabanı?
Köylünün elinde var mı sabanı?
Sıska öküzleri dirilmiş midir?
(…)
Cümlesi beli der enelhak dese
Hala taparlar mı koca terese?
İsmet girmedi mi hala kodese?
Kel Ali’nin boynu vurulmuş mudur?
Sabahattin Ali, mahkemede; “Reisicumhur Hazretleri’ne hakaret içeren ‘Memleketten Haber’ adlı bir şiiri, Yahya ve Namık Bey’lerin hanelerinde okuduğum hakkındaki iddianameye itirazımdır” diye başlayan, dokuz maddelik savunmasında bu şiiri ilk kez gördüğünü, şikâyetlerin iftiradan ibaret olduğunu anlatmıştır ve “madde madde gösterdiğim itirazlarımın ilgi ile ele alınarak soruşturmanın derinleştirilmesi ve soruşturmanın sonucuna göre muhakemeyi durdurmanızı isterim efendim.”diye sonlandırarak savunmasını vermiştir.
Bütün bunlara rağmen 22 Aralık 1932 tarihindeki mahkemede bir yıl hapse mahkum edilmiştir ve o tarihte Konya Hapishanesine giren Sabahattin Ali, bu kez tahliyesini talep eder. Talebi reddedilir, üstelik cezasına iki ay daha eklenir. Bunun üzerine Temyiz Mahkemesi’ne, bir bölümünü aşağıda belirteceğim yazıyı gönderir;
“… Konya Asliye Ceza Mahkemesi’nde akıl, mantık, insanlık, vicdan ve kanunla bağdaşmayacak şekilde bir seneye mahkûm edilmiştim. Aleyhimde gelen bozucu kararından sonra cezam sağlamlaştırılarak iki ay daha ilavesiyle 14 aya mahkûm oldum. Birinci hüküm verildiği zaman adalete olan itimadım sarsılmaz derecede kuvvet ve neticenin lehime olacağına ehemmiyetim mükemmel idi. Hükmün bu şekilde ortaya çıkası beni hayret, üzüntü ve kırılmama sevk eyledi.
Konya Hapishane’sinde mevkuf
Konya Ortamektep
Almanca Muallimi
Sabahattin Ali ”
Mahkeme Tutanaklarından
Neyse Sabahattin Ali cezası bitmeden, Cumhuriyet’in onuncu yılı dolayısıyla çıkarılan afla beraat etmiştir. Ve (yaklaşık 5 ay Konya Cezaevinde, 5 ay Sinop Cezaevinde olmak üzere) toplam 10 ay hapis yatmıştır Sabahattin Ali ( 22 Aralık 1932- 29 Ekim 1933). Sabahattin Ali cezasının bitmesine 4 ay kala beraat etmiştir etmesine ya, artık memur değildir. Hapis cezası yüzünden, 29 Nisan 1933 tarih ve 1249 sayılı karar ile memurluk kaydı silinmiştir. Memuriyete kabulü için beraat ettikten sonra verdiği dilekçe de reddedilmiştir ayrıca. Bu red üzerine Sabahattin Ali, dönemin Milli Eğitim Bakanı Hikmet Bayur ile görüşür. Bakan, Sabahattin Ali’ye alt komisyon yetkilisi ile de görüşeceğini bildirir. Sonra da yetkilinin kabulü onaylamasına rağmen Bayur; “Eski zihniyet ve ruhi haletini değiştirdiği sabit olmadıkça istihdamı caiz değildir” açıklamasını yaparak engel olur Sabahattin Ali’nin memuriyete kabulüne. Sabahattin Ali’nin bu durumu nasıl düzelteceğini sorması üzerine “yazınız” diye cevap vermiştir Hikmet Bayur. Sabahattin Ali de Varlık dergisinin 15 Ocak 1934 tarihli 7. sayısında Reisicumhur’a olan hayranlığını anlatan “Benim Aşkım” adlı şiiri yayımlamıştır:
BENİM AŞKIM
Bir kalemin ucundan hislerimiz akınca
Bir ince yol onları sıkıyor, daraltıyor;
Beni anlayamazsan gözlerime bakınca
Göğsümü parçala bak kalbim nasıl atıyor.
Daha pek doymamışken yaşamın tadına
Gönül bağlanmaz oldu ne kıza, ne kadına…
Gönlüm yüz sürmek ister yalnız senin katına
Senden başka her şeyi bir mangıra satıyor.
Sensin, kalbim değildir, böyle göğsüme vuran,
Sensin “ülkü” adıyla beynimde dimdik duran
Sensin çeyrek asırlık günlerimi dolduran;
Seni çıkarsam, ömrüm başlamadan bitiyor.
Hem bunları ne çıkar anlatsam bir dizeye?
Hisler kambur oluyor dökülünce yazıya
Kısacası gönlümü verdim Ulu Gazi’ye
Göğsümde şimdi yalnız onun aşkı yatıyor.
(Varlık 15 Ocak 1934)
Bu şiirin de etkisi ile Aralık 1934’te 25 lira aylıkla, Talim ve Terbiye Dairesi ikinci sınıf mümeyyizliğine atanmıştır.
Yani Sabahattin Ali bir şiir yüzünden hapse girmiş ve memuriyetini kaybetmiş, sonra yine bir şiir sayesinde yeniden memuriyete atanmıştır.
Gazi’ye yazdığı bu şiirden sonra bir yıl boyunca şiirleri görülmemiştir. Oysa ki hikâyeleriyle, çevirileriyle ve eleştirileriyle adından sıkça söz ettirmiştir bu dönemde. Bir yılın sonunda Varlık’ın 15 Nisan 1935’te tarihli 43. sayısında “bilinen” hayattayken yayımlanan son şiiri yer alır. Bu son şiir “Ruhumun Dalgaları” adını taşır. Bence şair kendisininkinden başka hikâyeler yazmış ve artık kendi hikayesini, kendi duygularını anlatmak istemiştir bir senenin sonunda. Şiirinde yeniden kıpırdanan ve bu kıpırtısıyla kendisini korkutan hislerini anlatmıştır. İşte şiir, buyurun siz yorumlayın;
RUHUMUN DALGALARI
Ruhumun dalgaları, koşup kabarmayınız.
Her damlanız tutuşan göğsüme birer bıçak.
Kalbim bir kayadır ki neredeyse yıkılacak,
Hayalden köpüklerle kalbimi sarmayınız.
Dümdüz olsam diyorum ve kumlu bir sahili
Yalayan sular gibi siz de yavaşlasanız
Bilmediğim yeni bir masala başlasanız
Çekilse kulağımdan hatıraların dili
Ey eski günler artık bana yaklaşmayınız,
Ey hayaller, vurmayın kalbimin sert taşına
Bütün bir hayat bile değmez bir gözyaşına
Ruhumun dalgaları, köpürüp taşmayınız.
(Varlık, 15 Nisan 1935)
Bu şiir, şairin kendi duygularından bahsettiği tek şiir değildir. Sabahattin Ali her yapıtında duygularından bir nebze bahsetmiş ya da onlara dair ipuçları vermiştir. Bu gerçeği kendi kelimeleriyle, 9 Haziran 1933’te Sinop Cezaevi’ndeyken arkadaşı Ayşe Sıtkı’ya yazdığı mektupta şöyle kaleme alır:
“… Hapishane Şarkısı 5 hoşuna gitmiş, memnun oldum. Ben yazılarımı çok severim ve yegâne zayıf tarafım budur, söz aramızda belli etmesem bile yazılarımı beğenmeyenlere fena halde kızarım (Galiba, güzel mektup yazamıyorsun dediğin için sana da çatmıştım) Sebebi de şu: Ben yazılarımda zannedildiğinden daha çok samimiyimdir ve bunlar benim dimağı hayatımın birer vesikası ve hepsi birden tarihidir.”
(Hapishane Şarkısı 5, daha çok ‘Aldırma Gönül’ olarak bilinir.)
‘Hapishane Şarkısı 5′ şiirinin orijinal yazımı ( BTA Arşivinden)
Ve ayrıca bu gerçeği seneler evvelden kanıtlar gibi babasının ölümünden dolayı duyduğu derin acıyı şu dizeleri ile ifade etmiştir:
BABAM İÇİN
Allah’ım!.. İşte bugün,
Şu zavallı ömrümün
En matemli günü
Elim böğrümde kaldım,
Ben bu gün haber aldım:
Babamın öldüğünü.
(…)
Daha kaç gün evvel,
Yüzümü okşayan el,
Şimdi toprak oluyor.
Güneş Dergisi – 15 Ocak 1927
Ve bunun gibi; yalnızlık hissini “Rüzgar” şiiriyle, Nahit Hanım’dan karşılık bulamadığı aşkını “Ben Gene Sana Vurgunum” adlı şiiriyle, genç sevgilisi Melahat Muhtar’ın bir doktor ile evlenmesinden dolayı duyduğu hayal kırıklığını “Koşma” şiiriyle ifade etmiştir ve bunlar gibi bir çok özel duygusu yer alır şiirlerinde… İşte kendi kaleminden Sabahattin Ali ;
RÜZGAR
(…)
Ey dağların dertlerini dinleyen rüzgâr!
Benim arık yalnız sana itimadım var.
Gelmiş gibi uzaktaki bir seyyareden
Yabancıyım bu gürültü dünyasına ben.
Etrafımın sözlerine asla aklım ermedi,
Etrafımda bana asla kulak vermedi.
Senelerden beri hâlâ anlaşamadık,
Bende kestim anlaşmaktan ümidi artık.
Gözlerimde hakikati sezen bir nurla
Etrafımı süzüyorum biraz gururla.
(…)
Benim kafam acayip bir dimağ taşıyor,
Her dakika insanlardan uzaklaşıyor.
Zaman zaman mağlûp olsam bile etime,
İnsan olmak dokunuyor haysiyetime.
Büyük, temiz bir arkadaş arıyor ruhum,
İşte rüzgâr, şimdi sana sığınıyorum!
Asaletin yeri yoktur gerçi hayatta,
En asîl şey seni buldum bu kâinatta,
Güneş gibi ne bin türlü ışığın vardır,
Ne süse, gösterişe bir baktığın vardır.
Deniz gibi muamma yok derinliğinde,
Bir ferahlık, bir saflık var serinliğinde.
BEN GENE SANA VURGUNUM
Seneler sürer her günüm
Yalnız gitmekten yorgunum
Zannetme sana dargınım
Ben gene sana vurgunum
Başkalarına gülsem de
Senden uzak kalsam da
Sevmediğini bilsem de
Ben gene sana vurgunum
KOŞMA
Sevip sevip yâri ele kaptırmak
Kara bahtın bana eski işidir.
Ömrümdeki yıllar kadar yâr sevdim
Her biri bir başkasının eşidir.
(…)
Sabahattin Ali’nin Çizdiği Bir Desen
Sabahattin Ali de diğer şairler gibi döneminin edebiyatından etkilenmiş bir şairdir. Halk şiiri tarzında yazar. “Toplumcu, gerçekçi” bir yol izlese de şiirlerinde imgelere de yer vermiştir. Ama bu, gerçek dışılığa yöneldiği anlamına gelmez, şiirlerinde en çok kullandığı ve hatta kitabının isminde de yer verdiği “Dağ” ve “Rüzgâr” imgeleri, şaire hayatın sıradanlığından, koşuşturmasından, yalancılığından ve telaşından apayrı; özgürlük, cesaret, güven gibi “doğal” güçleri ifade eder. Doğaya ait bu imgeleri, aslında doğanın bir parçası olan ama yapaylıklarla, yalanlarla yoğrulduğundan kendini başka kılıklara sokan “insan”a, özünü anlatabilmek için kullanır bana kalırsa;
DAĞLAR
(…)
Başım dağ, saçlarım kardır,
Deli rüzgârlarım vardır,
Ovalar bana çok dardır,
Benim meskenim dağlardır.
(…)
Kalbime benzer taşları,
Heybetli öter kuşları,
Göğe yakındır başları;
Benim meskenim dağlardır.
Sabahattin Ali’nin toplam 66 şiiri bulunmuştur. Oysa hayatta olduğu sürece yayımlanan tek şiir kitabı olan “Dağlar ve Rüzgâr”da 28 şiirine yer vermiştir. Bu 28 şiirin 5 tanesi daha önce çeşitli dergilerde yayımladığı şiirlerdir;
Dağlar; Atsız Mecmua – 15 Kasım 1931 ,
Rüzgar; Atsız Mecmua – 15 Haziran 1931 ,
Karayazı; Atsız Mecmua – 15 Nisan 1932 ,
Mayıs; Atsız Mecmua – 15 Mayıs 1932 ,
Unutamadım; Atsız Mecmua – 25 Eylül 1932 .
Daha önce okuyucuyla hiç buluşmayan 23 şiiri de oldukça beğeni toplamıştır (özellikle Hapishane Şarkıları) . Ayrıca Sabahattin Ali şiirlerinin tanınmasındaki “içerik” kadar önemli olan bir diğer sebep belli bir hece ölçüsü ile yazılmış olmasıdır. Bu özellik şiirlerinin bestelenmesini kolaylaştırmıştır ve kendisinden kuşaklar sonra bile şarkılarda yolumuza çıkmıştır Sabahattin Ali. Bestelenen şiirleri şunlardır:
Hapishane Şarkısı 5 – Kerem Güney, Edip Akbayram
Leylim ley – Zülfü Livaneli (Bu şiir ‘Ses’ adlı öyküsünde kullanılmıştır)
Hapishane Şarkısı 1 – Edip Akbayram
Hapishane Şarkısı 3 – Ahmet Kaya
Çocuklar Gibi – Sezen Aksu
Kızkaçıran – Ahmet Kaya
Karayazı – Ahmet Kaya
Melankoli – Nükhet Duru
Eskisi Gibi – Nükhet Duru
Dağlar- Sezen Aksu
Son Mektup – Emre İpor (BTA’nın 27 Mart 2008’de gösterime açacağı ‘Ölüler Her Zaman Genç Kalır’ oyunu için hazırlanmış final şarkısı)
Bestelenen bu 11 şiirden 10’unun bulunduğu Dağlar Ve Rüzgar kitabı 1934’te basılır. Oldukça beğeni toplayan bu kitap Yaşar Nabi tarafından şöyle yorumlanır;
“Muellifin son yazılarını bir araya toplayan bu kitabın mümeyyiz vasfı halk edebiyatı tarzında bir deneme teşkil etmesidir, (…) Sabahattin Ali’nin tecrübeleri de muvaffak neticeler vermiş. Ve bize, şiirleri doğrudan doğruya bir halk şairi elinden çıkmamış olduklarını hissettirmekle beraber, o tanıdığımız ve sevdiğimiz samimi edayı tattırabiliyor. (…) Komplike imajlardan kasti olarak kaçınılmış olması, bu şiirlere büyük bir sadelik vermiş. (…) Sabahattin Ali’de iç cevheri vardır. Yapmacığa ve gülünce düşmeden halk tarzında şiirler yazabilmesi onun hesabına kaydedilecek büyük bir muvaffakiyettir.”
(Hakimiyet-i Milliye, 2 Nisan 1934)
Görüldüğü gibi edebiyat camiasından da beğeni görmüştür Sabahattin Ali şiirleri. Ama bunlara rağmen yine de başka bir şiir kitabı yayımlamamıştır. O, şiirlerindense öykü ve romanlarını sevmektedir daha çok. Hatta öyle ki 1943’te ilk kez “Değirmen” adı ile birleştirilen “Dağlar ve Rüzgar” kitabında bile, şiirlerine hiç katkı koymamıştır. Gerçi neden hiçbir şeyi değiştirmediğini 1943’te Bilgi Yayınevi tarafından basılan “Değirmen Dağlar ve Rüzgar” kitabının başında “yazarın önsözü” başlığıyla açıklamıştır :
“Şiir ve hikâyelerim arasında, yazmış olmaktan utanacağım kadar kötüleri olduğunu biliyorum. Bunların bir kısmının çocuk denecek bir yaşta yazılmış olmaları bence bir mazeret değildir; çünkü bu çeşit bir yazıyı bugün herhangi bir imzanın üstünde görsem, sahibini ıslah olmaz bir zevksizlik ve tam istidatsızlıkla suçlandırmakta tereddüt etmem. Bunların benim sanat hayatımın gelişmesini göstermesi bakımından, sadece kendim için bir ehemmiyeti vardır ki bu da onları başkalarına okutmak için bir sebep olamaz.
Buna rağmen bu yeni baskıdan onları çıkaramadım. Çünkü bir kere okuyucu önüne sermiş olduğum taraflarımı sonradan örtbas etmeye hakkım olmadığı kanaatindeyim; ama böylece belki de eski bir hatayı devam ettirmekten başka bir şey yapmıyorum.
İyiyi kötüden ayırmak külfetini okuyucuya bıraktığım için özür dilerim.
Sabahattin Ali”
Şaşırtıcı değil mi? Yeni şiirlerini yayımlamayı bir tarafa bırakalım, yayımlanmış şiirlerini yeni baskıya koymakta bile tereddüt etmiştir Sabahattin Ali. Hatta önsözde belirttiği gibi bazılarını yayımlamış olmayı “hata” olarak görür, hatta şiirleriyle ilgili bu pişmanlığı duyması ilk de değildir. Sabahattin Ali’nin bu tarihten dokuz sene önce Ayşe Sıtkı’ya yazdığı 11 Nisan 1934 tarihli mektupta şiirleriyle ilgili, şunları yazmıştır:
“ … Ayşe, yalnız sana bir şey söyleyeceğim: Dünyada pek çok hatalar yapmışımdır, fakat bunlardan bir tanesi gayrı kabildir. Ve beni her zaman üzecektir. Ben bu şiirleri kitap halinde çıkarmamalı idim. Bunları neşretmekle asla iyi bir şey yapmış olmadım. Başkalarının fikirlerini bir tarafa bırakalım bu manzumelerin kaç paralık şeyler olduğunu ben herkesten iyi bilirim. Gelip geçici bazı taraflarım bunlarda görülse bile ben asıl Sabahattin Ali ile bu yazılar arasında bir irtibat göremiyorum… Şimdilik bunları senden başkasının bilmesine lüzum yoktur. Gözlerinden binlerce defa öperim Ayşe. Sabahattin Ali”
Anlaşılan o ki bu yüzden yeni bir kitap yayımlamak istememiştir. Ama biz günümüzde “Dağlar ve Rüzgâr”ın dışında iki başlıkta daha okuyabiliyoruz şiirlerini; Kurbağanın Serenadı (22 şiir) ve Öteki Şiirler (23 şiir). İşte bu incelemeler;
‘Kurbağanın Serenadı’ şiirlerinden bir örnek
KURBAĞANIN SERENADI
Sabahattin Ali bu başlıktaki şiirleri 4 bölüme ayırmıştır;
1- Kurbağanın Serenadı (Bu bölümdeki şiirler: Kurbağanın Serenadı, Beşik, Kudurmak, Firar, Bütün İnsanlara, Yat ve Uyu, Ebedi)
2- Köprünün Çocukları (Bu bölümdeki şiirler: Köprünün Çocukları, Köprünün Geceleri, Köprüde Sabah, Serserinin Ölümü)
3- Buruşuklar (Bu bölümdeki şiirler: Buruşuklar, İlk Beyaz Saç, Babam İçin, Çakır, Safa, Sevdasız)
4- Oyuncak (Nefes, Hayat-Kalender, Hayat-Merûkeci, Hayat-Bedbin)
Bu 22 şiiri Sabahattin Ali, Almanya’da bulunduğu dönemde (1926-1929) bir deftere eski yazı ile yazmıştır.
Bunlardan 9 tanesi hiçbir yerde yayımlanmamıştır, fakat diğer 13 şiir çeşitli dergilerde okunmuştur.
Bunlar sırasıyla;
1- İlk Beyaz Saç (Çağlayan – 1Mart 1926)
2- Köprünün Çocukları (Servetifünun – 25 Kasım 1926)
3- Buruşuklar (Servetifünun – 9 Aralık 1926)
4- Köprünün Geceleri (Servetifünun – 6 Ocak 1927)
5- Babam İçin (Güneş – 15 Ocak 1927)
6- Sevdasız (Servetifünun – sayı 125, 1927 )
7- Serserinin Ölümü (Hayat – 4 Haziran 1927)
8- Çakır (Güneş – 1 Eylül 1927)
9- Hayat- Mefrukeci (Irmak – 1 Nisan 1928)
10- Hayat- Bedbin (Servetifünun – 19 Nisan 1928)
11- Beşik (Hayat – 25 Mayıs 1928)
12- Köprüde Sabah (Meşale – 1 Ağustos 1928)
13- Kurbağanın Serenadı (Servetifünun – 30 Ağustos 1928)
Sabahattin Ali kitap şeklinde hazırladığı bu defteri 1929 yılında Nahit Hanım’a hediye etmiştir ve ayrıca bu şiirlerden birkaçı Nahit Hanım’a duyduğu aşkı anlatır.
ÖTEKİ ŞİİRLER
Bu başlık altındaki şiirler de “Değirmen Dağlar ve Rüzgâr” kitabının Bilgi Yayınevi tarafından yayımlanan 4. baskısında (1973) bütün olarak okuyucuya sunulur ilk kez. Hepsi dergilerde yayımlanan 23 şiir, yayım yerleri ve tarihleri ile beraber Asım Bezirci’nin çalışmaları ile birleştirilmiştir. Bunlar sırasıyla;
Şarkı, Nedamet, Aşk Başlangıcı, Kümeste Sabah, Acaba, Gecenin Kemanı, Muallim, Ne Kazandık, Güzel Naziresi, Öksüz Kız Masalı, Dere, Kalbimde Aşksınız, Bir Macera, Nefes, Benim Aşkım, Ruhumun Dalgaları, Terkib-i Bend Risalesi, Mesnevi, Şarkı 1, Şarkı 2, Şarkı 3, Şarkı 4, Daussıla.
Ayşe Sıtkı
Sabahattin Ali’nin Ayşe Sıtkı’ya yazdığı mektuba ve kitap önsözüne geri dönelim şimdi. Bu yazıdan şiirlerini üvey evlat gibi gördüğü anlaşılıyor; ki şair mektubunda şiirlerinin kendisi ile bir bağı olmadığını yazmıştır. Oysa 29 Haziran 1933 tarihli mektubunda bunun tam tersini yazmıştır. İşte bu tezatlık Sabahattin Ali’nin şiirlerinde de vardır. Örneğin;
1934 yılında yazdığı iki şiir:
ÖYLE GÜNLER GÖRDÜM Kİ
(…)
Bazen kendi kendimin elinden kurtulurdum,
Kalbimi bir çamurda çırpınırken bulurdum.
(…)
Ruhum bir heykel gibi düşüp parçalanırdı,
Bu sesleri duyanlar gülüyorum sanırdı.
GÜNÜMÜZ
(…)
Aklı kafamızdan sürsek,
İlmin içine tükürsek,
Dünyaya çevirip dirsek,
Günümüzü hoş geçirsek
(…)
Toprağa girinceye dek
Esrârı görünceye dek,
Yani, geberinceye dek,
Günümüzü hoş geçirsek.
1925’te ve 1928’de yazdığı iki şiir (sırasıyla);
NEDAMET
(…)
Hele artık kurtuldum
Bir küçücük hicrânla
Aşktan kalmadı korkum
Hakka sarıldım cânla
Gel ey günahkar güzel
Sen de sarıl Allaha
Dünyada yalnız o el
Hitâm verir her âha.
BÜTÜN İNSANLARA
(…)
Ne gaye taşıyorum,
Ne bir dağ aşıyorum;
Delice yaşıyorum,
Ne ihtiras, ne ümit…
(…)
Korkutmaz beni ölüm,
Bir şeytan kadar hürüm.
Süremez bende hüküm
Ne Allah, ne de Nahit…
1932’de ve 1933’te yazdığı iki şiir (sırasıyla);
ÇOCUKLAR GİBİ
(…)
Bende hiç tükenmez bir hayat vardı
Kırlara yayılan ilkbahar gibi
Kalbim hiç durmadan hızla çarpardı
Göğsümün içinde ateş var gibi
(…)
İSTEK
(…)
Görünmez kollar boynumda,
Yarin hayali koynumda,
Sıcak bir kurşun beynimde,
Bir ağaç dibinde yatsam…
(Şiirin tümü okunduğunda ‘ağaç dibinde yatsam’ derken ölümü kastettiği anlaşılıyor.)
Ayşe Sıtkı’ya yazdığı mektuplardan biri ve imzası
Bana kalırsa Sabahattin Ali, şiirlerinin konusuna bakıp da düşünüleceği gibi değişken ve dengesiz bir ruh hali içinde değildir. Sanatçı olması dolayısıyla da çok çeşitli duygular barındırmaktadır içinde ve kontrolünü yitirmeden etkin olması için bazen umutlu bazen umutsuz yanına izin verir. Zira kendisi de Ayşe Sıtkı’ya yazdığı 10 Mayıs 1933 tarihli mektubunda şiirlerindeki tezatlığı ölüm ve yaşama isteği örneğiyle şöyle anlatıyor;
“… fakat benim gibi ölünceye kadar her gününü kendine zehir edecek yaradılışta olanlar ne diye yaşasınlar?
Sakın bu sözümden benim tab’a hayatı sevmeyen bir adam olduğum neticesini çıkarma, bunu demek istemiyorum. Ben belki herkesten daha çok yaşamaktan zevk duyabilirim. Hatta daha ileri giderek diyeceğim ki içerisi benim kadar hayat dolu pek az insan vardır, fakat her şeyin fazlası gayrı tabii neticeler verir. Ben o kadar çok, o kadar başka o kadar mütenevvi yaşamak istiyorum ki bu arzu beni diğer yaşayanlardan ayırarak, hayatımı, beni canımdan bezdiren hadiselerle dolduruyor ve ben yaşamamayı istiyorum. Yani o kadar çok yaşamak istiyorum, hayatı o kadar çok seviyorum ki, asla az olmayan fakat daima manilara çarpan bu arzu beni ölümü dört gözle arayacak hallere düşürüyor.”
Ne acı değil mi? Kim bilir Nahit Hanım’a da ne büyük aşk duymuştur da artık hüküm süremez olmuştur kendinde… Aslında her şeyin cevabı açık… Görmek gerek sadece.
İşte böyle sevgili arkadaşlar, Sabahattin Ali şiirleri ile ilgili yazımı bu mektupla noktalamak istedim. Şiirlerinin benim için ifade ettiklerine elimden geldiğince yer vermemeye çalıştım, sizin beğenilerinize müdahale etmemek için. Bu yüzden de tek tek şiirlerini, bu şiirlerin hikâyelerini ve açıklamalarını yazmaktansa, Sabahattin Ali’nin kendi şiirlerine bakışını, yazıldığı günlerden bu güne bu şiirlerin nerelerde hangi çalışmalarla ve ne sebeplerle yayımlandığını, bu şiirlerden yola çıkarak birazcık da olsa Sabahattin Ali’nin duygularını, bu konuda yazmış olduğu mektupları, (kendi dilinden kendisini yani)belgeleriyle yazmak istedim.
Araştırmak, öğrenmek hele ki edindiğim bu bilgileri yazmak, sizlerle paylaşmak inanın çok keyif verdi bana. Okudukça kaynaklarda belirtilmemiş bazı saptamalarım da oldu hatta. Kesin olmamakla birlikte kendi kendime edindiğim bu fikirler tarifsiz mutluluk verdi bana bu yazının hazırlık aşamasında.
Örneğin;
“Koşma” şiirinden ve Sabahattin Ali’nin bu şiiri bir doktor ile evlenmesinden sonra Melahat Muhtar’a yazdığından bahsetmiştim. Sabahattin Ali “Çocuklar Gibi” adlı şiiri de Melahat Muhtar’a yazmıştır. Melahat Muhtar’ın dalgalı saçları vardır, uzun boylu, kumral tenlidir ve daha 15 yaşındayken âşık etmiştir Sabahattin Ali’yi kendisine.
Hiçbir kaynakta rastlamadım ama ben “Kıyamadığım” adlı şiiri de Melahat Muhtar’a yazdığını düşünüyorum. Sonuçta Sabahattin Ali’nin şiirlerinde kendi duygularını yani gerçekleri anlattığını biliyoruz öyle değil mi, bakın şiirin bir bölümünde ne var;
“Akıtıp gözüm yaşını
Hatırlarım gülüşünü;
Kıvırcık saçlı başını
Göğsüme koyamadığım”
Kim ola ki bu kıvırcık saçlı kız? Sadece bir fikir benimki… Araştırmalar kesin olmayan böyle fikirler yaratıyor işte insanın kafasında… Öyle keyifli bir his ki bu… Bunu bu kadar geç yaşadığıma ne kadar üzüldüğümü anlatamam, size de öneriyorum bu yüzden, eğer yapmıyorsanız ; “Araştırıp paylaşınız lütfen. Kendinizi çok daha iyi hissedersiniz” .
‘Ölüler Her Zaman Genç Kalır’ oyununun afişi
Bu yazımı hazırlarken, öğretmenim Hayrettin Filiz’in yazdığı ‘Ölüler Her Zaman Genç Kalır’ oyunundan ve kütüphanesindeki şu kitaplardan faydalandım;
* Sabahattin Ali – Asım Bezirci ( Bu kitapta Sabahattin Ali’nin yaşam öyküsü yer alıyor)
* Değirmen Dağlar ve Rüzgar- Bilgi Yayınevi- 4. Basım ( Bu kitapta Asım Bezirci’ nin araştırması sonucu ilk kez yer alan ‘Öteki Şiirler’ bulunuyor. Ve tabi ki yazarın önsözü başlığı ile Sabahattin Ali’nin yazısı)
* İki Gözüm Ayşe – Ayşe Sıtkı ve Doğan Akın ( Bu kitapta Sabahattin Ali’nin Ayşe Sıtkı’ya yazdığı mektuplar yer alıyor)
* Sabahattin Ali Bütün Şiirleri- YKY – Atilla Özkırımlı ( Bu kitapta ne olduğu adından anlaşılıyor)
Bana kütüphanesini açtığı ve bu yazımı hazırlarken yardımlarını ( Bir virgül yüzünden bile hır çıkarsa da) esirgemediği için sevgili öğretmenim Hayrettin Filiz’e çok teşekkür ediyorum.
Aynı zamanda Reisicumhur Davası’nı yazarken arkadaşım Hüseyin Seçkin’in “Sabahattin Ali Mahkemelerde” başlıklı tez yazısını kaynak olarak kullandım. Kendisine ve şiir incelemesi konusunda bilgilerini benimle paylaşan edebiyat öğretmeni, arkadaşım Yeşim Sayın’a da teşekkürler.
En kısa zamanda yeniden görüşmek üzere…
Didem OKTAY .. şubat 2008